3331 | dereyi görmeden paçaları sıvamak | gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak. |
3332 | derine inmek | bir konu üzerinde uzun uzadıya durup araştırmak. |
3333 | derisi kemiklerine yapışmak | çok zayıflamak. Örn: Bu efendi, derisi kemiklerine yapışmış, gözleri çukura kaçmış, hastaneye yatırılacak kılığa girmişti. -M. Ş. Esendal. |
3334 | derisine sığmaz | çok kibirli. |
3335 | derisini yüzmek | 1) derisini soymak, sıyırmak 2) işkence ederek öldürmek 3) mec. birinin bütün varlığını elinden almak. Örn: Tefecilerin eline düşerse derisini yüzerler. |
3336 | dermanı kesilmek (dermandan kesilmek) | yorgunluktan güçsüzleşmek. Örn: Çok uzak yerlerden geldim, ayaklarımın dermanı kesildi. -A. Gündüz. |
3337 | ders (dersi) asmak | dersten kaçmak, derse gitmemek. Örn: Metin'in bu dersi asma teklifi hiç hoşuma gitmedi doğrusu. -A. Ağaoğlu. |
3338 | ders almak | 1) bir konu üzerinde bir öğrenci yetkili bir kimseden bilgi edinmek 2) mec. bir olaydan deneyim kazanmak, ibret almak. Örn: Demokrasiyle ilgili sorunlara tanık olmuş ve önemli dersler almıştı. -H. Topuz. |
3339 | ders başı etmek (yapmak) | tatil sonrası öğrenciler yeni öğretime başlamak. |
3340 | ders görmek | bir konu üzerinde bir öğrenci yetkili bir kimseden bilgi edinmek. |
3341 | ders olmak | kötü bir olay bir daha yapmamak üzere örnek olmak, ibret olmak. Örn: Bu seneki tecrübe aynı zamanda bir de ders oldu. -H. C. Yalçın. |
3342 | ders vermek | 1) öğretmek, yetiştirmek. Örn: İyi konuşurdu, ders vermek sanatını bilirdi. 2) azarlamak, sert davranmak, sert bir karşılıkla yola getirmek. Örn: Evvela kendi kendisini cezalandırdı, sonra kendisi gibi yaşamak istemeyenlere ders verdi. -P. Safa. |
3343 | ders yapmak | 1) sınıfta belli bir programa bağlı olarak herhangi bir konuyu işlemek 2) sınıfta verilen ödevi daha sonra yapmak. |
3344 | dert anlatmak | derdini dökmek. Örn: Elimden çeker alır, kime dert anlatırım o zaman? -A. Gündüz. |
3345 | dert değil | önemsemeye, üzülmeye değmez anlamında kullanılan bir söz. |
3346 | dert eğirmek | içinden çıkılması güç bir sorunla uğraşmak zorunda kalmak. |
3347 | dert etmek (edinmek) | bir sorunu veya durumu üzüntü konusu yapmak. |
3348 | dert olmak (kesilmek) | bir kimse veya olay sıkıntı vermek. Örn: Artık açıkça mahallenin başına dert olmaya başlamış. -Y. N. Nayır. Nereden buraya gelmiş, âlemin başına dert kesilmişti. -R. H. Karay. |
3349 | dert yanmak | derdini sızlanarak anlatmak. Örn: Müşteriler ay başında borç ödeyeceklerine Tevfik'e dert yanıyorlar. -H. E. Adıvar. |
3350 | dertsiz başını derde sokmak | bir derdi yokken gereksiz yere üzüntü veren bir işe girişmek. |
3351 | derya gibi | 1) çok bilgili 2) pek çok. |
3352 | destan düzmek | kahramanlık hikâyesi veya herhangi bir olayı anlatan şiir yazmak. |
3353 | destan gibi | uzun yazılmış (mektup). |
3354 | destan yazmak | olağanüstü kahramanlık, yararlık veya başarı göstermek. |
3355 | destek görmek | yardım edilmek. |
3356 | destek olmak | güç sağlamak, yardımcı olmak. Örn: Böyle zor bir zamanda, birbirinizi kırmak yerine destek olmalısınız. -A. Ümit. |
3357 | desteksiz atmak | abartılı konuşmak, yalan söylemek. |
3358 | destursuz atmak | kolay yalan söyleyebilmek, palavra atmak. |
3359 | dev adımlarla ilerlemek | çok çabuk ilerlemek, üst üste başarılar göstermek. |
3360 | dev gibi | iri ve korkunç. Örn: O kadar kaba saba, öyle dev gibi bir adamdı ki... -A. Gündüz. |