3361 | deve dişi gibi | 1) iri görünüşlü 2) sıradan olmayan, tanınmış, güçlü. |
3362 | deve gibi | 1) uzun boylu 2) hantal. |
3363 | deve kuşu gibi (yüke gelince kuş, uçmaya gelince deve) | uygun şartlarda terslik çıkaran. |
3364 | deve kuşu gibi başını kuma sokmak (gömmek) | 1) bir tehlike, bir olay karşısında yararlı olmayacağı apaçık ortada olan kaçamak bir yola sapmak 2) başkalarını aldattığını sanarak kendisini aldatmak. |
3365 | deve kuşuluk etmek | deve kuşu gibi başını kuma sokup gerçeklerden uzak duracağını sanmak. Örn: Bu harekete sadece şımarık gözü ile bakmak deve kuşuluk etmek olur. -H. Taner. |
3366 | deve nalbanda bakar gibi | alay hiç görmediği, bilmediği bir şeye bakar gibi. |
3367 | deve olmak | para veya yiyecek kaybolmak. |
3368 | devede kulak (kulak gibi) kalmak | 1) çok az önemi olmak, söz etmeye değer bulmamak. Örn: Kitaptan öğrendikleri, hayattan gözlediklerinin yanında devede kulak kalır. -S. Birsel. 2) yetersiz, çok küçük veya az olmak. Örn: Tekaüt aylıkları günün ihtiyaçları karşısında devede kulak gibi |
3369 | deveye hendek atlatmak | birine yapılması çok zor, hemen hemen imkânsız olan işleri yaptırabilmek. Örn: Görülüyor ki insanlara bir şeyi anlatmak deveye hendek atlatmaktan güçtür. -S. Birsel. |
3370 | deveyi düze çıkarmak | güçlükleri giderip işleri yoluna koymak. |
3371 | deveyi havuduyla yutmak | eline geçen ve hakkı olmayan şeyleri kendi menfaati için kullanmak, hiç çekinmeden büyük suistimal yapmak. |
3372 | devir açmak | tarihte özellik taşıyan yeni bir çağ başlatmak. |
3373 | devre dışı kalmak | konudan uzak düşmek, konuyla ilgilenememek. |
3374 | devre dışı tutmak (bırakmak) | konudan uzaklaştırmak, ilgilenmemesini sağlamak. Örn: Özellikle torununun boşanmasında onu devre dışı tutmuşlardı. -A. Kulin. |
3375 | devreye alınmak | işin içine girmesi sağlanmak. Örn: Devlet Bakanı borçların eritileceğini, dış borçlanma için bankaların ve özel sektörün devreye alınacağını kaydetti. |
3376 | devreye girmek | ilgilenmek, karışmak, araya girmek. |
3377 | devreye sokmak | işin içine girdirmek, karıştırmak. |
3378 | deyip de geçmemek | önemsemek. Örn: Yengeye yenge deyip geçmeyelim. Bir mahalleyi susta durdurur. -M. Ş. Esendal. |
3379 | dımdızlak ortada kalmak | elindeki her şeyi, imkânlarını yitirmek. Örn: Zehra dımdızlak ortada kalacak. -A. İlhan. |
3380 | dımdızlak ortalıkta bırakmak | her türlü varlıktan, olanaktan mahrum kılmak, yokluğa mecbur etmek. Örn: Sanıyorum ki bazıları dünyayı altımızdan çekip bizi dımdızlak ortalıkta bırakmaya çalışıyorlar. -A. Boysan. |
3381 | dırıltı çıkarmak (etmek) | çekişmeye yol açmak. Örn: Rica ederim bey, gelir gelmez ayağının tozu ile dırıltı çıkarma. -M. Yesari. |
3382 | dış kapının mandalı | 1) uzak akraba 2) önemsiz, değersiz. |
3383 | dışa vurmak | belli etmek. |
3384 | dışarı atmak | 1) kovmak 2) zararlı bir maddeyi terleme, idrar vb. yollarla vücuttan çıkarmak. |
3385 | dışarı çıkmak | büyük abdest yapmak. |
3386 | dışarı vurmak | belli etmek, açıklamak. |
3387 | dışı kalaylı, içi alaylı | dışı süslü, güzel görünüşlü ancak içi berbat anlamında kullanılan bir söz. |
3388 | dışına çıkmak | tanınan hak ve yetkileri aşmak. |
3389 | dışında bırakmak | hariç tutmak. Örn: Biz herhangi bir teşebbüs ihtimalini ebediyen hudutlarımız dışında bırakmak istiyoruz. -N. F. Kısakürek. |
3390 | dışında kalmak | karışmamak, ilgilenmemek. Örn: Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı. -N. Cumalı. |