10561 | yol çizmek | bir konuda plan yapmak. Örn: Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz. -A. Ş. Hisar. |
10562 | yol gitmek | yolda ilerlemek. |
10563 | yol görünmek | gitmek gerekmek. |
10564 | yol göstermek | 1) kılavuzluk etmek, yolu bilmeyene anlatmak, tarif etmek. Örn: Elinde güçlü bir çıra vardı, onu yüksekte tutarak yolculara yol gösteriyordu. -N. Araz. 2) mec. ne yapılacağını, nasıl davranılacağını öğretmek. Örn: Biz benzincinin istihkakını düşeriz, |
10565 | yol gözlemek | 1) bir şeyin olmasını ummak 2) bir kimsenin gelmesini beklemek. |
10566 | yol iz bilmek | 1) gideceği yolu ve yeri bilmek 2) görgülü davranmak. |
10567 | yol kesmek | 1) geçmesine engel olmak, durdurmak. Örn: Senin yolunu kesecek, engel olacak değilim. -M. Yesari. 2) ıssız yerlerde soygunculuk yapmak 3) motor vb. hızını azaltmak, devrini düşürmek. Örn: Motorun yanaşmasını bekliyorum, yol kestiği için şimdi hiç gür |
10568 | yol tepmek | çok uzun bir süre yürümek. Örn: Adam onca yolu tepip buraya dek gelmiş. -T. Oflazoğlu. |
10569 | yol tutmak | bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak. |
10570 | yol vermek | 1) geçmesine izin vermek. Örn: Hafif sağ yapıp askerî bir kamyona yol verdi. -A. İlhan. 2) hızını artırmak 3) işten çıkarmak, işine son vermek. Örn: Mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler. -O. Kemal. |
10571 | yol vurmak | esk. yol kesmek. |
10572 | yol yakınken | sezilen veya beliren kötü duruma düşmeden. Örn: Bizimle birlikte gelmesinler. Yol yakınken başlarının çaresine baksınlar. -M. Ş. Esendal. |
10573 | yol yapmak | 1) yol oluşturmak. Örn: Geçen köylünün, arabanın, sürünün izi buraları yol yapmıştır. -R. H. Karay. 2) kandırmaya çalışmak, avutmak. |
10574 | yol yürümek | yolda gitmek. |
10575 | yola (yollara) düşmek | yola çıkmak, yol almaya başlamak. Örn: Yâre gidecek günümdür / Düşem yollara yollara -Erzurumlu Emrah. |
10576 | yola (yoluna) koyulmak | yola düzülmek. Örn: Rüzgâr, karanlığı karıştırır gibi garip bir ahenk içinde eserken biz de yolumuza koyulduk. -H. E. Adıvar. |
10577 | yola çıkmak | 1) araca binmek üzere yolüstünde durmak 2) bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak yolculuğa başlamak, harekete geçmek. Örn: Yola öğle yemeğinden sonra çıktık. -S. Kocagöz. 3) herhangi bir şeyi esas almak, oradan başlamak. Örn: Bir roman konu |
10578 | yola dizilmek | yol kenarında sıralanmak. Örn: Başında bir tavus tuğ gibi çamlar / Yollara dizilmiş tığ gibi çamlar -Z. Ö. Defne. |
10579 | yola düzülmek | gidilecek yere doğru yola çıkmak. Örn: Güneş doğarken yola düzüldük. -R. Mağden. |
10580 | yola gelmek | istenilen biçimde davranışı kabullenmek, düzelmek, uslanmak. |
10581 | yola getirmek | birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek. Örn: Her karşısına çıkışta ona nasihat eder, bazen sert söyler, bazen tatlı tatlı yola getirmeye çalışır. -H. Pulur. |
10582 | yola gitmek | yolculuğa çıkmak. |
10583 | yola revan olmak | esk. yola çıkmak. |
10584 | yola vurmak | hlk. 1) yolcu etmek, uğurlamak 2) yola koyulmak. |
10585 | yola yatmak | yola gelmek. Örn: Birden kabarırsın, sonra yola yatarsın. -H. R. Gürpınar. |
10586 | yolcu etmek | yola çıkanı uğurlamak. Örn: Saat dörtte Vedat'ı yolcu etmiştik. -A. Erhat. |
10587 | yolda kalmak | kaza, doğal afet vb. sebeplerden olayı yolda ilerleyememek, gideceği yere varamamak. |
10588 | yoldan (yolundan) kalmak | gidilmek istenen yere gidememek. |
10589 | yoldan çevirmek | gideni durdurmak, gitmesine engel olmak. |
10590 | yoldan çıkmak | 1) belli bir yol izleyen taşıtlar herhangi bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak 2) mec. doğru yoldan ayrılmak. |