781 | ön seste ünlü türemesi | Türkçede r, l, n gibi ünsüzler ile kelime başlamadığı ve ön seste çift ünsüz de bulunmadığı için, yabancı dillerden geçmiş bu nitelikteki kelimelerin söz konusu ünsüzlerini ön ses durumundan kurtarmak üzere, kelime başına aslında olmayan bir ünlünün eklenmesi olayı. r- ve l- ünsüzleri ile başlayan kelimelerdeki türemeler genellikle ağızlarda görülür: ratna > Uyg. erdini "cevher" Anad. ağzl. raf > ıraf rişte > erişte Recep > İrecep Rus > Urus Rum > Urum rüzgar > örüzgar / ölüzgar lazım > ilazım limon > ilimon leş > ileş Yun. anahtar > nahtar > inahtar "anahtar" station > istasyon scarpine > iskarpin vb. |
782 | ön seste ünsüz türemesi | Ünlü ile başlayan bazı kelimelerin ön hecelerindeki vurgusuz veya zayıf kelime başı ünlülerinin ses değerlerini koruma vb. nedenlerle y, h, v gibi boğumlanma noktaları zayıf olan ünsüzlerin türemesi olayı ıpar > yıpar "koku" ipek > yipek ırak > yırak "uzak" ıgaç > yıgaç "ağaç" ur > vur ayva > hayva elbel > helbet (ağızlarda), âveng > heveng vb. |
783 | ön ünlü | bk. ince ünlü. |
784 | öncelik fiileri | bk. karmaşık fiiller. |
785 | özel ad | Tek bir kişiyi, belli bir varlığı veya topluluğu gösteren ad. Kişi, yer, kuruluş, din vb. adları özel adlardır: Mustafa Kemal Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Ankara, Uludağ, Kızılırmak, Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Balkaş Gölü, Erciyes Üniversitesi, Millî Kütüphane, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Müslümanlık, Budizm vb. |
786 | özel dil | Bir toplumda, bireyin içinde bulunduğu sınıfa, yaşa, özellikle mesleğe göre belirlenen dil (D. Aksan, Her Yönüyle Dil, s. 86): Hekim dili, siyaset dili, külhanbey dili gibi. bk. ve krş. Argo. |
787 | özel isim | bk. özel ad. |
788 | özne | Yüklemin gösterdiği kılış ile doğrudan ilgili olan kişi ya da şeye verilen ad bir oluş ve kılışın gerçekleşmesini sağlayan kimse veya şey: Eskiler, baharı ya tabiatta yahud tecrid hâlinde, tek manzarasında severlerdi (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 114). Oda karşıma düşen duvardaki hücreye konmuş büyükçe bir gaz lambasıyla aydınlanıyordu A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 90). Bu tahammül edilemez bir ömürdü
(R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 34). Agâh Bey, içti biraz buruk, lakin baygın kokulu, tuhaf lezzetli, hoş bir içkiydi (R. H. Karay, göst. e., s. 35). Ben Anadolu'ya gitmezden önce manevî kuvvet denilen şeyin millet mücadelelerinde büyük bir rol oynadığına ve bunun ruhtan gelen bir yüreklilikle oluştuğuna inandım (Y. K. Karaosmanoğlu, Ergenekon, s. 114). Odada, galiba, teyzesi yatıyor. (P. Safa, Şimşek, s. 210). Hakikatte bütün İstanbul garip bir sinirlilik içinde idi (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 276). O, zamanın sahibi idi (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 37). Siz doğru dürüst konuşmasını bilmez misiniz hiç? (T. Buğra, Yalnızlar, s. 216). Melek, hastanın başucuna götürüldüğü zaman, bu burnu uzamış, gözleri çukura kaçmış adamla alakasını anlayamamıştı (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri 3: Medarı Maişet Motoru, s. 170). Yol ayrımına, yolu olan gelir! (K. Tahir, Yol Ayrımı, s. 310). İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar (Y.Kemal Bayatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 91) vb. |
789 | özne açıklayıcı | bk. açıklayıcı özne. |
790 | özne yüklem uygunluğu | Cümlede özne ile yüklemin sayıca uyuşması: Siz vakaları bir saati söker gibi mütalâa ediyorsunuz
dedi (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 143). Ne ise, ben burada oturacağım, istersen sen bahçeye çık (Ö. Seyfettin, Harem, s. 241). Ben kendimi ve Nilüfer'i bu adamın merhametinden kurtarmalıyım (P. Safa, Matmazel Noraliyanın Koltuğu, s. 83). Dinle Rüstem, biz seninle hac yoldaşıyız(
) beraber gittik, geldik (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 219). Saray sultanları şehrin biraz dışındaki Ferah-Bağ'da gezinirlermiş (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim, s. 158) vb. |
791 | pasif | Edilgen. |
792 | pasif fiil | bk. edilgen fiil. |
793 | pasiflik eki | Edilgenlik eki. |
794 | patlayıcı gırtlak ünsüzü | Boğumlanma noktası gırtlak olan tonlu patlayıcı g ünsüzü. Ağızlarda görülür. gaygı < kaygı, gamçı < kamçı, gaynata < kaynata, goyun < koyun, gol < kol vb. |
795 | patlayıcı ünsüz | Ağız kanalının kapanması ve ciğerlerden gelen havanın patlama biçiminde dışarı itilmesiyle oluşan ünsüz p, b, m, t, d, k, g ünsüzlerinden her biri. |
796 | pekiştirilmiş kelime | Türkçede ad, sıfat ve zarf soylu sözlerin açık veya kapalı ilk hecelerinin p, m, r, s ünsüzlerinden biriyle kapatılması ve meydana gelen hecenin, o kelimenin başına eklenmesiyle, benzer hecelerin tekrarı esasına dayanılarak kurulan ve bu yolla ilgili olduğu adın veya fiilin taşıdığı anlamı yoğunluk bakımından güçlendiren kelime: || Durum yüzünden zaten sarsılan Şerif, Handan'ın artık kendisine bambaşka bir gözle baktığını fark eder etmez büsbütün çileden çıktı bir şeyler yapabilmek hırsıyla yanmaya başladı (T. Buğra, Dönemeçte, s. 140). En tatlısı kapıyı, pencereyi sımsıkı kapatıp eski yaşantıyı sürdürmekti (T. Buğra, göst. e., s. 88). Donuk yüzü pembeleşmiş, o her zamanki kıpkırmızı dudakları ise aksine uçuk bir renk almıştı
(R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 125). Bir haftadır kupkuru kesildi kurabiyeler (P.Safa, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, s. 22) vb. || Pekiştirilmiş kelimelerde anlamı daha da güçlü kılmak için ek yığılması olayında görüldüğü gibi, pekiştirme öncesi ile asıl kelime arasında bir (A) ünlüsü daha eklenir: sap-a-sağlam, cep-e-çevre gibi. Geçirdiği korkunç kazaya rağmen arabadan sap-a-sağlam çıkabildi. Gittikleri yerde etrafları çep-e-çevre sarılmıştı vb. bk. pekiştirme ve pekiştirme ünlüsü. |
797 | pekiştirilmiş özne | Dönüşlülük zamirleriyle pekiştirilmiş özne: Babur'un kendi hem yazar, hem tenkit eder (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: Ağra ve Türklük, s. 109). Epeyce
Ben kendim, talih yardım etmeseydi çoktan giderdim (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 210). Eşyalarını sen kendin götürmelisin. Gelip gelmeyeceğinizi kendiniz bildiriniz. Ben kendim mahdut, fani bir insanım (S. Erol, Ülker Fırtınası, s. 110) vb. |
798 | pekiştirme | Kök kelimenin belirttiği özelliği çeşitli yollarla yoğunlaştırma, bk. pekiştirilmiş kelime. |
799 | pekiştirme edatı | dahi, dA ki, bile gibi kelimelerin, kelime gruplarının, cümlelerin sonlarına gelerek onları önceki veya sonraki kelimelere, kelime gruplarına ve cümlelere bağlayan bu bağlama görevleri yanında sonuna geldiği dil birliklerine dikkat çekme, güçlendirme, belirtme işlevi de katan edatlar: || Üçüncü bir nokta da İstanbul fethinin Malazgirt'ten başlayan bir hamleyi tamamladığı hakikatidir (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 49). Rüyalarının esrarı, dünyasını o kadar aşmıştı ki, kendisini şimdi bütün hayata yabancı buluyordu (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru: Rüyalar, s. 131). Bununla beraber muayyen hudutlar içine sıkışmış olsa bile, şu on sene içinde Türk hikâyeciliği çok ilerledi (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: Edebiyatımızda Duraklama mı var? s. 321). Kâinat dışında ebedî bir düşünce, gerçek ve sonsuz zamanın kendisi olan bir düşünce tasavvur edin ki bizi seyretsin (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 14). Ah, bin gözüm, bin kulağım olsaydı da bin şaheserin lezzetini birden tatsaydım (Erenlerin Bağından s. 17). Kaabil mi ki onsuz milletleri kalpten tutuşturan kıvılcımlar çıksın kaabil mi ki onsuz saadet ve zafer müyesser olsun (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 17) vb. |
800 | pekiştirme eki | Ad veya ad soyundan bir kelimeye gelerek anlamını güçlendiren ek veya ekleşmiş edat. Eski Türkçede birkaç türü bulunan bu ek, günümüzün yazı dillerinde ve lehçelerde daha çok kalıntılar hâlinde sürmektedir. Bu eklerin başlıcaları +Ok ve +k, +ÇA, +ÇAk, +kInyA > +kIyA, yme > +mA, +m'dir. ET. timinök (<timin+ök: hemencecik), neçük (<neçe+ök: nasıl?), barça (<bar-ır+ça: bütün, hepsi), amtıçak (<amtı+ça+ok: hemen, şimdi), birkie (<bir+kınXya: biricik), azkına (<az+kınXya: azıcık), TT. biricik (<bir+i+cik), demincecik (<demin+ce+cik: hemen biraz önce), hemencecik (<hemen+ce+cik) vb. |
801 | pekiştirme hecesi | Pekiştirilmiş kelime yapısında kurulmuş kelimelerde pekiştirmeyi sağlayan ve kök kelimenin ilk hecesinin tamamının veya bir bölüğünün açık hece durumundan alınarak p, m, r, s seslerinden birinin eklenmesiyle kapalı duruma getirilmiş hece veya böyle hecelerle kök kelime arasında türeyen ünlülerle iki açık hece durumuna gelen heceler: kap-kara, yap-yassı, yem-yeşil, çar-çabuk, çır-çıplak, çır-ıl-çıplak, yus-yuvarlak, sapa-sağlam, güpe-gündüz, çep-e-çevre vb. |
802 | pekiştirme sıfatı | Niteleme sıfatlarının ilk hecelerini m, p, s, r ünsüzlerinden biriyle kapayarak benzer hecelerin tekrarı esasına göre kurulan ve niteliği yoğunluk bakımından en yüksek derecesiyle gösteren sıfat: || Kapkara, sapsarı, kıpkızıl, yemyeşil, yusyuvarlak, kaskatı, tertemiz vb. Ömer'in kazı, hasmının bu hareketine, bir müddet gagasını çamurdan çıkarmıyarak hayretle, sükûnetle baktı, sonra upuzun boynunu bir yılan gibi yerde sürüyerek koştu, ıslık gibi bir sesle tısladı (F. Rıftı Atay, Gezerek Gördüklerim, s. 69). Ekberin kırmızı taştan sapasağlam kalesi içinde Baburlar sarayının bir kısmı durmaktadır (F. R. Atay, göst. e., s. 156-7). Evet pekâlâ biliyorum ki, bir gün ben her şeyi bırakıp bu küçük yola dalarsam, onun bittiği yerde bütün saadet ve hasretlerimi, eski yaşanmış rüyalarımı bulacağım, temiz, yepyeni mesut bir adam olacağım (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 123) vb. |
803 | pekiştirme ünlüsü | Ad, sıfat ve zarf türünden pekiştirilmiş kelimelerde anlamı daha da güçlendirmek için pekiştirme ögesi ile asıl kelime arasına eklenen (A) ünlüsü: çep-çevre > çep-e-çevre, güp-gündüz > güp-e-gündüz, yap-yalnız > yap-a-yalnız vb. bk. pekiştirilmiş kelime. |
804 | pekiştirme vurgusu | Söz içinde çoğu zaman vurguyu üzerinde taşıyan hecenin daha şiddetli vurgulanmasıyla, bir maksadın, bir duygunun daha iyi belirtilmesini sağlayan vurgu: yazlığa bu hafta mı taşınıyor sunuz? Hayır, gele ıcek hafta Bu sevimsiz olaylar karşısında adamcağız ımahvoldu Bu gayretler yapıldı ama sonuç olarak ıhiçbir şey getirmedi ıAmma da yaptınız, dedi, siz hiç hasta görmediniz mi? vb. |
805 | pekiştirme zarfı | Üzerine pekiştirme eklerinden birini alarak önüne geldiği sıfat veya fiilin nitelik veya kılışını yoğunluğu bakımından pekiştiren zarf. Pekiştirme sıfatları gibi kurulan pekiştirme zarfları yanında, ikileme şeklinde kurulan zarflar da pekiştirme görevini yerine getirirler: Dışarıda ister kış bir sonbahar gibi ılık geçsin, kânunlar içinde kızılcıklar sapsarı donanıp asmalar filiz versin
(R.H. Kara, Memleket Hikâyeleri, s. 86). Siz eniştenizi asıl böyle güzel bir akşam, tekmil maneviyatının tecelli ettiği bu muhitte, Beyazıt camii ramazan sergisinde, yavaş yavaş, adım adım, gıcır gıcır dolaşır, yudum yudum, nefes nefes, bakış bakış haz alırken görmeliydiniz (A. Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 57). Evet o şimdi kendisini, her kapalı şeyin mütebessim bir insan yüzü için olduğu gibi, sımsıkı örtülmüş demir kapıların hiç bir gediği olmayan yekpare duvarların arkasında olup biten hâdiseleri gözlerinin önünde geçiyorlarmış gibi görebilecek bir kudrette buldu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 18). Sürülerin arasında üç arşın kalmıştı, birden aktarın kazı irkildi, silkindi, tüyleri dimdik kalkarak kayar gibi bir sür'atle öbür sürünün önüne geldi durdu (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 76). Ömer kenarda, yüzü kıpkırmızı, ağzı kilitli bakıyor, ortada birbirine girift olan şu iki kazdan kendisininkini ayırt edemeyerek ne dedim de karıştım diye üzülüyor, pişman oluyordu (R. H. Karay, göst. e., s. 77) vb. |
806 | peltek diş ünsüzü | Dil ucunun ön dişlerin arasına girmesi ve üst dişlere dokunmasıyla oluşan ünsüz. ET. d (peltek d), Ar.s (ث, peltek s), z(> ذ zel), z d (z d: ض dat), İng. th, İsp. c ünsüzleri gibi. ET. adak «ayak», edgü «iyi», Ar. Osman, bahs «konu», mebus «milletvekili», tesbit, zekâ, lezîz «lezzetli», nüfuz, tezkire, tazyik bazı, arz İng. this «bu», thing «şey», thought «düşünce», three «üç» İsp. cinko «çinko» vb. |
807 | peltek ünsüz | Ağızlarda: katı, yarı-sızıcı, tonsuz, diş-dişeti ünsüzü (peltek s) katı, yarı sızıcı, tonlu, diş-dişeti ünsüzü (peltek z): şano «bir horon çeşidi», benzer, benzeyi «benziyer» (T. Günay, Rize İli Ağızları s. 77/3) vb. |
808 | peltekleşme | Diş-dişeti bölgesinde boğumlanan tonlu z ünsüzüyle tonsuz s ünsüzünün dişeti bölgesine kayarak c ve ç ünsüzlerinin boğumlanma niteliklerine yakın bir ses değeri kazanması: penzehir «panzehir», ben.zêyi «benziyor», em.zuk< emzik şano (bir horon çeşidi) şörişka «bir horon çeşidi» (T.Günay, Rize İli Ağızları, s. 77/3) vb. |
809 | perde | bk. ton |
810 | perdelenme | bk. tonlama |