181 | belginlik | Düşüncelerin tam bir açıklık ve kolaylıkla anlatılma niteliği, bk. belgin. |
182 | belginsiz | bk. kapalıca. |
183 | belginsizlik | bk. kapalıcalık. |
184 | belirge | Gerçek bir varlığı, bir mecaza kaynak olarak kullanma sanatı. Ör. Kuvvet en çok kolda kendini gösterir. Bundan, kolu uzun (=güçlü deyimi doğmuştur). |
185 | belirsiz | bk. bulanık. |
186 | belirtke | 1. Bir yapıtı ve yazarını tanıtmak amacıyla yazılan önsöz. 2. Bir yapıt ya da konu üzerine verilen kısa bilgi. |
187 | bent | bk. bağlam. |
188 | benzek | Başka bir koşuk örnek tutularak aynı ölçü ve aynı uyakla yazılan koşuk. |
189 | benzekleme | Başka bir yapıtı örnek tutarak anlam ve biçim bakımından benzerini yazma. bk. benzek. |
190 | benzeşim | bk. eşitleme. |
191 | benzeşme | bk. benzetme II, 13. |
192 | benzeticilik | Yerinde ve doğru olmasa bile, düzyazıda yeni ve ilginç düşünceleri bol söz sanatlarıyla anlatma. |
193 | benzetilen | bk. benzetme 1,2. |
194 | benzetme | Bir nesneyi, bir kavramı imgede canlandırmak için nitelikçe daha üstününe benzetme sanatıdır. I- Benzetme öğeleri: [es. t. erkân-ı teşbih]: Benzetmeyi oluşturan dört öğe:1. benzetmelik (kendisine benzetilen) [es. t. müşebbehün bih]: Birbirine benzetilen varlıklardan, kavramlardan niteliği daha üstün, daha güçlü olan. 2. benzetilen (benzeyen) [es. t. müşebbeh]: Birbirine benzetilen varlıklardan, kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, daha aşağı olan. (Benzetmede canlandırılmak istenilen nesne, kavram.) 3. benzetme yönü [es. t. vech-i şebeh]: Birbirine benzetilen varlıkların, kavramların arasındaki ortak nitelik. 4. benzetme ilgeci [es. t. edat-ı teşbih]: Sözcükler, kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç görevli sözcükler. II- Benzetme türleri 1. ayrıntılı benzetme (tam benzetme) [es. t. teşbih-i mufassal]: Dört öğesi de bulunan benzetme. Ör. "Aslan gibi yiğit asker". Buna "tam benzetme" de denir. 2. kısa benzetme. [es. t. teşbih-i muhtasar]: Benzetme yönü bulunmayan benzetme. Ör. "Mehmet, aslan gibidir." 3. özetli benzetme. [es. t. teşbih-i mücmel]: İlgeci bulunmayan benzetme, ör. "Mehmet, yiğitlikte aslandır". 4. pekişik benzetme. [es. t. teşbih müekket, teşbih-i beliğ]: Edatı da, benzetme yönü de bulunmayan benzetme. Ör. "Mehmet, aslandır." 5. yaygın benzetme. [es. t. teşbih-i temsilî]: Sözcükler arasında değil, anlatım bölümleri arasında olan benzetme. Bu bölümler, kimi kez karşılıklı birkaç benzetme öğesiyle örülmüş olur. bk. yaygın eğretileme. 6. sarmaştı benzetme. [es. t. teşbih-i melfuf]: Bir tümcedeki, dizedeki öğelerle sonraki tümcenin, dizenin öğelerine karşılıklı benzeştirme. Ör. Yar için ağyara minnet ettiğim aybeyleme Bağban bir gül için bin hara hizmetkâr olur 7. ayrımcalı benzetme. [es. t. teşbih-i mefruk]: Bir anlatımda art arda sıralanan ve biçimdeş olan ikişer öğeli benzetme. Ör. Meyhane gülsitandır peymane gülfeşandır. (Namık Kemal) 8- toplamlı benzetme. [es. t. teşbih-i cemi]: Benzetmeliği birden çok olan benzetme. Ör. Dilimle uğradığım derde ben bu âlemde Ne bülbül uğradı ne tuti-i şeker güftar 9- eşli benzetme. [es. t. teşbih-i tesviye]: Benzetilenin birden çok olduğu benzetme. Ör. Reha bulmak ne mümkin suziş-i mihnetten uşşaka Visal ateş firak ateş belâ-yı intizar ateş (Rafet) 10- çevrik benzetme. [es. t. teşbih-i maklup]: Uyartma amaciyle benzetilenin niteliklerini üstün gösterme. 11. beğenilen benzetme. [es. t. teşbih-i makbul]: İsteği anlatmaya yeten benzetme. 12- beğenilmeyen benzetme. [es. t. teşbih-i merdut]: İsteği anlatmaya yetmeyen benzetme. 13. benzeşme. [es. t. teşabüh, tesavi] Benzetmelikle benzetilenin nitelikte eşit olması. Ör. / Bilmez oldum sâkiya derd-i firak-ı yar ile / Mey midir bu ya sirişk-i çeşm-i giryanım mıdır (Baki) |
195 | benzetme ilgeci | bk. benzetme, 1,4. |
196 | benzetme yönü | bk. benzetme I, 3. |
197 | benzetmelik | bk. benzetme 1,1. |
198 | benzeyen | bk. benzetme 1,2. |
199 | beş hececiler | Ulusal ölçü olan heceye dönme ilkesini benimseyen beş ozana verilen ad. Ulusal edebiyatçılar, Arap ve Fars koşuk ölçüsü olan aruzu bırakıp koşuklarımızın Türk ölçüsü olan hece ile yazılmasını ilke edinmişlerdir. Çağın yeni yetişen ozanları bu ilkeye bağlandılar. Bu akıma ilk başlayan beş ozan şunlardır: Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy. Bunlara "hecenin beş şairi", "beş hececiler" adı verilmiştir. |
200 | beşerli | Her bağlamı beşer dizeli olan bir divan koşuk biçimidir. Uyak düzeni şöyledir: İlk bağlam uyaktaş olur. Sonrakilerin dört dizesi birbirleriyle uyaklanır beşinciler ilk bağlamın son dizesi olur. Bu kavuştağı iki dizeli olanlar da vardır. Son dizeleri, ilk bağlamla yalnız uyaklı olanlar da görülür. Bunlara "uyak-daş beşerli" denir. |
201 | beşleme | 1. Bir gazelin her koşasının üstüne üçer dize ekleme. Eklenenler koşanın birinci dizesiyle uyaklanır. Eklenen dizeler, asıl koşanın iki dizesi arasına alınırsa "tanlı beşleme [es. t. tahmis-i mutarraf]" adını alır. 2. bk. beşli. |
202 | beşlenmiş | Beşinci dizeleri bağlamlarının temel uyaklarından ayrı bir beşerleme biçimi. Daha çok mesnevîler arasında görülür. |
203 | beşli | Halk yazınında üçlemeli bir bağlama, konu ile ilgili aynı ölçüde bir koşanın bağlanmasıyla oluşan koşuk. |
204 | beşlik | Divan çağında beş mesnevinin bir araya gelmesinden oluşan yapıta verilen ad (Genceli Nizami'nin hamsesi vb. gibi). |
205 | betim | Söz ve yazı ile bir nesneyi göz önünde canlandırma. |
206 | betimce | Öykü ve roman gibi yazın türlerinde insanların dış görünüşlerini ve iç niteliklerini betimleyen yazı bölümü. Dışsal ve tinsel olmak üzere ikiye ayrılır. |
207 | betimleme | Bir olayı, bir varlığı ya da bir kavramı göz önünde canlandıracak biçimde söz ya da yazı ile anlatma. |
208 | betimlemek | Bir nesneyi söz ya da yazı ile göz önünde canlandırmak. |
209 | betimleyici uyum | Anlatılanları-sözcüklerin örülüşünden, tümcelerin uzayıp kısalmasından, kimi sözlerin seslerinden yararlanarak - canlandırma özelliği: / Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi / Döverdi sahili binlerce dalgalar asabi. (Tevfik Fikret, Balıkçılar) |
210 | betimsel | Betime değgin, betimle ilgili. |