| 601 | işaret sıfatı | bk. işaret sıfatları |
| 602 | işaret sıfatları | Somut ve soyut varlıklarla türlü nesne ve kavramları yer, zaman ve tasavvurda uzaklığına göre işaret ederek belirten, sıfatlar: bu, şu, o: Bu zevâhir âlemindeki her fiilimiz o ulvî sarhoşluğu bozmadan başka bir şeye yaramadı (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 15). Şimdi bu geceler üstünden Boğaz'ın çabuk akan suları kadar çok zamanlar geçti (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 226). Bari, şu hastalık olmasaydı (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 18). Bu ümidin ne kadar zayıf olduğunu size bir kelime ile söyliyeyim (A. H. Tanpınar, göst.e. s. 337). Bu şiirler, bizim gençliğimizin lezzeti ve zerafeti olmuştu. O zaman Haşim'in musikisine denilebilir ki, kimse erişememişti (A. Ş. Hisar, Ahmet Haşim-Yahya Kemal'e Vedâ, s. 118). Şu memlekette bilhassa "Benimdir"in mânasını yeniden öğretmeye lüzum vardı (A. N. Asya Ayın Aynasında, s. 10). Bu kan kokusu, bu vuruş kırış, bu öç, bu zulüm nedir, deme (S. Ayverdi, Yusufcuk, s. 120) vb. bk. sıfat. |
| 603 | işaret zamiri | Somut ve soyut nesneleri işaret etme, gösterme yoluyla karşılayan kelime. Bugün Türkçede kullanılan işaret zamirleri bu, şu, o (teklik) bunlar, şunlar, onlar (çokluk)'dır: Şu var ki, yanmış bir parmağın soğuk suda bir an için bulunduğu rahatlık parmak sudan çekilince acıyı misillerle büyütmüş olarak geri getirecektir (N. Fazıl Kısakürek, Aynadaki Yalan, s. 145). Bunlar bizim akıl erdirebileceğimiz meseleler değil (N. Fazıl Kısakürek, göst. e., s. 186). Bu adetâ hastayı kudurttu (P. Safa, Şimşek, s. 287). Bunu bilmeyi çok isterdim. vb. |
| 604 | işlek ek | Ad ve fiil kök ve gövdelerinden yeni türetmeler yapımında çok kullanılan, işlekliğini sürdüren ek: taş / taş+çı, taş+çı+lık, göz+cü, göz+cü+lük, baş / baş+la-, iş+le- / işle-y-ici, göz+le- / göz+le+y+ici, geç- / geç+ir-, iç- / iç-ir, aç- / aç-tır-, süz- / süz-dür vb. || İşlek ek kendi içinde az işlek ek ve çok işlek ek olmak üzere ikiye ayrılır. bk. az işlek ek ve krş. canlı ek ile. |
| 605 | işletme ekleri | Ad ve fiil kök veya gövdeleri üzerine gelerek durum, sayı, zaman, kişi gibi gramer ilişkileri kuran ekler. Ad çekimi, iyelik, teklik çokluk, fiil çekimi, fiil çekimindeki zaman ve şahıs ekleri işletme ekleridir: Bu insan-lar-ı bir uykusuzluk gece-si-n-de sadece bir gölge gibi gör-müş-t-üm. Şimdi bu gölge-ler beni yavaş yavaş, daha öte-ler-e ve derin-ler-e çağır-ıyor. Baş-lar-ı-n-ın etraf-ı-n-da-ki aydınlık değiş-i-yor, muamma-lar-ı-n-ı çözme-y-e çalıştıkça bir yığın çetrefil meseleyle karşılaş-ıyor-um. (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 89) vb. |
| 606 | işleyici (sujet) | bk. özne. |
| 607 | işteş çatı | Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı vaya toplu olarak yapıldığını gösteren çatı. Bu çatı -Iş- / -Uş- ekiyle kurulur: çek-iş-, kaç-ış-, boz-uş-, kon-uş-, gör-üş-, üş-üş- vb. |
| 608 | işteş fiil | Bir oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı veya toplu olarak yapıldığını gösteren ve -ş-, -Iş- / -Uş- çatı eki ile kurulan fiil: atış- < at-ış, çekiş- < çek-iş, görüş- < gör-üş-, gülüş- < gül-üş-, uçuş- < uç-uş- vb. |
| 609 | işteşlik | Fiil kök ve gövdeleri ile karşılanan oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı veya toplu olarak yapılması: at-ış-mak, bil-iş-mek, bul-uş-mak, çek-iş-mek, koş-uş-mak, uç-uş-mak, üş-üş-mek vb. |
| 610 | işteşlik eki | Fiil kök veya gövdelerine gelerek oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı ya da toplu olarak yapıldığını gösteren ve işteş çatı kuran ek -ş-, -Iş- / -Uş- ekleri: at-ış-, bak-ış-, tanı-ş-, vur-uş-, yaz-ış- vb. |
| 611 | iyelik eki | bk. iyelik ekleri |
| 612 | iyelik ekleri | Adın karşıladığı nesnenin bir şahsa veya nesneye ait olduğunu belirten çekim ekleri. Türkçenin iyelik ekleri şunlardır: || teklik 1. şahıs: +(I)m / +(U)m: iş+i+m, saz+ı+m, yol+u+m, yüz+ü+m || teklik 2. şahıs: +(I)n / +(U)n: iş+i+n, saz+ı+n, yol+u+n yüz+ü+n || teklik 3. şahıs: +I / +U, +sI / +sU: iş+i, saz+ı yol+u, yüz+ü, baba+sı, yolcu+su, görücü+sü || Çokluk 1. şahıs: +(I)m(I)z / +(U)muz: iş+i+miz, saz+ı+mız, yol+u+muz, yüz+ü+müz || Çokluk 2. şahıs: +(I)n(I)z / +(U)nuz: iş+i+niz, saz+ı+nız, yol+u+nuz, yüz+ü+nüz || Çokluk 3. şahıs: +lArI: iş+ler+i, saz+lar+ı, yol+lar+ı, yüz+ler+i vb. |
| 613 | iyelikli tamlama | Ögelerden biri veya her ikisi de aynı iyelik eklerini alan ve tamlamanın birinci ögesi ikincinin sıfatı gibi kullanılan tamlama: canım ağaçlar, canım evlâdım, güzelim perdeler, güvencemiz çocuklarımız, yiğit kardeşim, yuvamız yurdumuz, güvendiğiniz evlâtlarınız, sakladıkları paraları vb. |
| 614 | kakofoni | bk. ses uyumsuzluğu. |
| 615 | kalın sıra | Yalın veya eklerle genişletilmiş bir kelimedeki ünlü veya ünlülerin, dilin geriye çekilmiş ve ağız boşluğunun arka tarafında boğumlanan a, ı, o, u gibi kalın ünlüler olması durumu: kol, kol-lar-ımız-da, kol-luk oku-, oku-t-tur-duk, kara, kara-la-ma, yaz-, yaz-ı, yaz-ıcı, yaz-ıcı-lık, dağlardan akan soğuk suların toprak altlarında oluşturduğu kuyular vb. kalın sıradaki ünlülerin oluşturduğu sıra kalın sıradır. Karşıtı ince sıra'dır. |
| 616 | kalın ünlü | Dilin, ağız boşluğunun arka bölümünde tümseklenmesi ile boğumlanan a / ı / o / u ünlülerinden her biri. |
| 617 | kalınlaşma | Belirli ünsüzlerin kalınlaştırma etkilerine bağlı olarak veya kelime içinden gelen başka nedenlerle ince ünlülerin kalın sıraya geçmesi olayı:ET. Tengri > TT. Tanrı, Yak. tañgara Osm. öküz / Yak. oğus < öküz, ET. inek > Yak. ınah "inek" TT. göbek, Tkm. göbek Çuv. kvaßa "göbek" Kaşg. kBekir-, TT. geğir- / Çuv. kagır- Kaşg. kele- "konuşmak" > Çuv. kala- TT. döğüşmek Anadolu ağızları doşmek, gülüşmek > gulüşmek, göz > go´z, kör > ko´r. güçcük > guçcük "küçük", yüksek > yusek vb. |
| 618 | kalınlık-incelik uyumu | bk. büyük ünlü uyumu. |
| 619 | kalıntı | bk. eski. |
| 620 | kalıntı kelime | bk. eski kelime. |
| 621 | kalıplaşma | Herhangi bir kelimeye eklenen çekim veya yapım ekinin bilinen belirli görevi ile değil de eklendiği kelime ile beklendiğinden ayrı yeni bir anlam meydana getirecek şekilde birleşip kaynaşması olayı: gözde "sevgili", yüzde (%), öte, dolayı, ötürü, ileri, dışarı, yeniden, Kum. Köpten "çok önce" yayan, için için, nereye, giysi, öğün "bir defalık yiyecek", birisi, böylesine, gibi, nicesi? "nasıl?" vb. Aynı durum iki ya da daha çok kelimenin anlam kaymasına uğrayarak ilk anlamlarından farklı bir biçimde kaynaşıp kalıplaşması için de söz konusudur. Birleşik kelimelerin bir kısmı ve deyimler böyle bir kalıplaşmanın ürünüdür: Akbaba, kaptıkaçtı, şıpsevdi, dolmuş, dolma, dondurma, göze girmek, gözden düşmek, başgöz etmek, dibine darı ekmek, dil dökmek. vb. |
| 622 | kalkan kıkırdak | Gırtlağın arka kıkırdak üzerine oturmuş bulunan ve iki kanadı ön tarafta birbiriyle birleşerek katlanmış kalkanı andırır bir çıkıntı meydana getiren kısmı. Kalkan kıkırdağın erkeklerde, özellikle zayıf erkeklerde dıştan da belli olan bu çıkıntılı kısmına âdem elması denir. |
| 623 | kapalı e | Boğumlanma noktası i ve e ünlüleri arasında bulunan e sesi (ė). Ön ya da iç seslerde olmak üzere hep kök hecede bulunur: ėrken, ėrkenden, yėdi, gėce, ėtmek, vėrmek, yėmek, dėmek, yėtişmek, yėl, yėle vb. |
| 624 | kapalı hece | Ünlü+Ünsüz, ünsüz+ünlü+ünsüz ve sonu ünsüz yapısında olan veya sonu çift ünsüz ile biten hece: iz, iş, in, ip, ak, ot, sap, kol, göz, yüz, yaşlanmak, güçlendirmek, art, kırk, üst vb. Aruz vezni ile yazılmış şiirlerde uzun ünlü veya ünsüz+uzun ünlü kuruluşundaki heceler de kapalı hece değerindedir: âhir (āhir), mâhir (māhir) vb. Karşıtı açık hece'dir. |
| 625 | kapalı iğretileme | bk. deyim aktarımı. |
| 626 | kapanma | Patlayıcı ünsüzlerin boğumlanması sırasında ses yolunun önce bir kapanma durumuna geçmesi: c, ç, d, t, p, k, g ünsüzlerinin boğumlanmasında görüldüğü gibi. |
| 627 | kapsam | Bir kelimenin söz içindeki diğer ögelerle birlikte ve bu ögelerin yardımıyla bir kavramı karşılamak üzere meydana getirdiği anlam. Örnek olarak sırt kelimesini ele alalım: Bu kelimenin birbirinden farklı beş, altı anlamı vardır. Fakat kelimenin anlam kapsamı ancak söz içinde kendisine yardımcı olan öteki ögelerin yardımıyla belirlenebilmektedir. Eğer kelime sırtım ağrıyor cümlesinde geçiyorsa sırt kelimesi kapsam bakımından "insanlarda vücudun boyundan bele kadar uzanan kısmı" anlamıyla yok, Boğaz sırtlarında güzel bir evi vardı cümlesinde yer alıyor ise "Boğazdaki tepelerin üst bölümü" anlamıyla yazıyı kitabın sırtına yazsınlar cümlesinde ise "ciltlenmiş kitapta dikişin bulunduğu bölüm" anlamıyla kullanılmıştır. Kelimenin kapsamı da her söz içinde ifade ettiği anlam veya anlamlarla sınırlanır. |
| 628 | karma dil | Çeşitli dillerin karışmasından oluşan dil daha kolay anlaşabilmek amacıyla, aşağı bir uygarlık düzeyinde bulunan toplulukların ilişkide bulundukları veya birarada yaşadıkları üstün uygarlıktaki toplulukların dillerinden aldıkları türlü ögelerle meydana getirdikleri karma dil. Akdenizdeki Sabir, Çin sularındaki Pidgin-English, Pasifik'teki Beach-la-Mar dilleri ve yerli Amerika dillerinden Chinook dili ile karışmış İngilizceden oluşan Chinook İngilizcesi gibi. Bunlarda jargon (yapma dil) ve lingua franca (karma dil) nitelikleri vardır. |
| 629 | karmaşık fiil(ler) | Öncelik, alışkanlık, niyet gibi fiilin zaman ve tarzla ilgili özelliklerini gösteren ve olmak fiilinin bazı sıfat fiillere getirilmesiyle kurulan birleşik fiil. Öncelik: -mış olmak, alışkanlık: Ir-ol-, niyet: -AcAK ol-, -IcI ol-, -Ir ol- (nadir): Eğer çaylar ısmarlanmamış veya gelmemiş olsaydı kalkacak, kaçacaktı (R. H. Karay. Memleket Hikâyeleri: Kuvvete Karşı. s. 120). Tahsin Efendiyi dinlerken bu ruh muammasını halletmiş oldum (R. N. Güntekin. Acımak, s. 65). Asıl sözlerimiz söylenmemiş kalanlar, başkalarının duymadıkları ve eğer söyleyebilmiş olsak, hem onları hem de kendimizi şaşırtacak olanlardır (A. Ş. Hisar. Çamlıcadaki Eniştemiz. s. 18). Bu suretle Sermed, kendi sevgisini de ayaklar altına alarak, nefsini feda ederse işlediği ruh cinayetini kısmen ödemiş olacaktı (S. Erol, Ülker Fırtınası. s. 82). Bir gün, doktora: "gaari insanlar bir başka güler, başka çeşit öfkelenir oldular" demişti (T. Buğra, Dönemeçte. s. 45). Sözler ve kelimeler bile boyuna değişiyordu. Birtakım insanlarla artık konuşmayı sürdüremez, çoğunlukla canı sıkkın, arada bir de öfkeli suskunlaşır olmuşlardı (T. Buğra, göst. e., s. 45). Çerçi, merçi
bana soracak olursanız, onlar hiç değilse durumla da, konuyla da ilgileniyorlar
koyun gibi güdülmekten kurtulmak için (T. Buğra, göst. e., s. 133). Bu hâl aylarca sürdükten, yıl döndükten sonra beklenmedik bir şey, Hurrem'in artık umamaz olduğu bir değişim olmuş, Murad da Hurrem'e benzemişti (T. Buğra, Yalnızlar. s. 21). Haşim'e Arap demek, onu bütün varlığını temin eden bir âlemden ayırarak, bir hiçe döneceği bir âleme atmak, fânî ömründe değil ömrünün tesellisi olan âtisinde, bu âtide yaşayacak olduğuna inandığı eserinde öldürmek istemekti (A. Ş. Hisar, Ahmet Haşim-Yahya Kemal'e Veda. s. 129) vb. |
| 630 | karşılaştırma | İki veya daha çok sayıdaki dilin birbirine benzeyen ve benzemeyen yanlarını ortaya koymak üzere yapılan karşılaştırma. Dil akrabalıklarının ortaya konmasında bu türlü çalışmaların önemli etkisi olmuştur. |