3391 | dibe vurmak | en kötü duruma düşmek. |
3392 | dibek gibi | 1) bütün ağırlığıyla. Örn: Elbette dibek gibi otururuz televizyonun başına. -M. İzgü. 2) şişmiş 3) ağır, ağırlaşmış. |
3393 | dibine darı ekmek | bir şeyi sonuna kadar tüketmek, bitirmek. Örn: Eline geçirince dibine darı ekmeden bırakmazsın. -R. Ilgaz. |
3394 | dibine kadar | en ince ve gizli noktasına kadar. Örn: Hakkında söylenti çıkan, derhâl dibine kadar incelenir, ya mahkûm olur ya temize çıkardı. -A. Boysan. |
3395 | dibini kurcalamak (karıştırmak) | araştırmak, sorup öğrenmek. Örn: Dibini kurcalıyorsun, ... birkaç merkez dışında Ege üreticisi çoğunluk küçük çiftçi, orta çiftçi! -A. İlhan. |
3396 | dibini tutmak | pişen yemekler tencerenin dibine yapışmak. |
3397 | didişip durmak | sürekli olarak birbirini hırpalamak. Örn: Böylece, Serdar'la didişip durmak derdinden de kurtulmuştu. -T. Buğra. |
3398 | dik dik bakmak | çok sert bir biçimde, sert sert, öfkeli öfkeli bakmak. Örn: Karşı sıradaki bıyıklı adam gelmiş yanında duruyor, dik dik bakıyordu. -R. Mağden. |
3399 | diken diken olmak | dik duruma gelmek, dikleşmek. Örn: Kâhyamın, pos bıyıkları kirpi sırtı gibi diken diken oldu. -R. H. Karay. |
3400 | diken üstünde oturmak (olmak) | bir yerde tedirginlik duymak. Örn: O bir yıl içinde diken üstünde otururum o evde düş kuramam, şiir yazamam. -M. C. Anday. Konuşmaya başladık. Yine kavga ederiz diye diken üstündeyim. -R. Erduran. |
3401 | dikilip durmak (kalmak) | bir yerde kısa bir süre ayak üstünde durmak. Örn: Dükkânın önünde bu kadar dikilip kalmasının sebebi de bu olabilirdi. -O. Aysu. |
3402 | dikine gitmek | kimsenin sözünü dinlemeyerek kendi bildiğini yapmak. Örn: Öyle fazla dikine gitmek iyi değildir hayatta. -Ç. Altan. |
3403 | dikiş atmak | yarılan veya yırtılan deriyi dikişle bir araya getirip tutturmak. Örn: Kafasına iki dikiş attılar. |
3404 | dikiş tutturamamak | bir işte veya bir yerde herhangi bir sebeple uzun süre kalmamak. |
3405 | dikişini almak | dikilmiş yaranın ipliklerini kesip çıkarmak. |
3406 | dikiz etmek (geçmek) | gözetlemek. Örn: İsterseniz siz masanın altından dikiz edin ama belli olmasın. -R. N. Güntekin. |
3407 | dikize almak | gözetlemek. Örn: Jale ... bilmem ben onu yine yakın dikize almış mıydım? -S. Birsel. |
3408 | dikkat çekmek | 1) ask. dikkat komutunu yüksek sesle söylemek 2) mec. ilgi toplamak. Örn: Hangi konudan söz etse dikkati çekecek bir hava veriyor. -N. Cumalı. 3) mec. göze batmak, fark edilmek. |
3409 | dikkat kesilmek | bütün dikkatini bir şey üzerinde toplamak. Örn: Naci, dikkat kesilmiş bütün davranışlarımı izliyor. -A. Ümit. |
3410 | dikkate almak | göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, gereğini düşünmek. Örn: O yüzden annemin sözlerini dikkate almadı. -A. Kutlu. |
3411 | dikkati calip olmak | dikkati çeken kimse veya şey olmak. |
3412 | dikkatini çekmek | uyarmak. |
3413 | dikkatini çekmemek | birinin ilgisini uyandırmamak. Örn: Arapça konuşan milletler arasındaki ayrılıklar da onun dikkatini çekmemişti. -M. Kaplan. |
3414 | dikkatini toplamak | duygu ve düşünceyi bir konu veya yapılan iş üzerinde yoğunlaştırmak. Örn: Dikkatini topladı, yürüyen insanlara daha bir titizlikle bakmaya başladı. -O. Aysu. |
3415 | dikte etmek | 1) yazdırmak için söylemek. Örn: Şimdi sana bir mektup dikte edeceğim. -H. E. Adıvar. 2) mec. birine isteklerini zorla kabul ettirmek. |
3416 | dil (diller) dökmek | kandırmak, inandırmak veya yararlanmak için tatlı sözler söylemek. Örn: Ninniyi mutlaka söylemesi için ona bir sürü dil döktü. -O. C. Kaygılı. |
3417 | dil ağız vermemek | ağız dil vermemek. Örn: Çocuk, hâlâ dil ağız vermeden yatıyordu. -R. N. Güntekin. |
3418 | dil otu yemek | çok konuşmak. Örn: Mütemadiyen gülüp söylüyordum. Hacı Kalfanın ellerini dizlerine vurarak. Örn: -Dil otu mu yedin be kızım? diye bir gülmesi var ki... -R. N. Güntekin. |
3419 | dil tutmak | esk. sorguya çekmek için düşman askeri yakalamak. |
3420 | dil uzatmak | bir kimse veya bir şey için kötü söylemek. Örn: Başka ulusların kabahatleri ne olursa olsun, dost ve düşman bize nasıl dil uzatırlarsa uzatsın... -T. Halman. |