3481 | dimdik durmak | 1) tam dik durumda olmak. Örn: Pencerenin önünde, sırtı odaya dönük olarak dimdik durdu. -T. Buğra. 2) mec. tutumunu değiştirmemek, yılmamak. Örn: Onun nasıl hiç sarsılmadan dimdik durduğunu gördüm. -Y. Z. Ortaç. |
3482 | dinden imandan çıkmak | kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek. |
3483 | dinden imandan olmak | dinî inancını yitirmek. |
3484 | dini bir uğruna | Müslümanlık için. Örn: Senin yanına fedai yazılacağım ve dini bir uğruna çalışacağım. -R. H. Karay. |
3485 | dini gibi bilmek | çok iyi bilmek. Örn: Ufacık bir düşüncenin en büyük bir dikkati iflas ettirdiğini dini gibi bilirdi. -Ö. Seyfettin. |
3486 | dini imanı para | tek düşüncesi para olan kimseler için kullanılan bir söz. |
3487 | dinim hakkı için (aşkına) | dinimi tanık tutarım anlamında kullanılan bir ant sözü. Örn: Şevki Bey dedi, dinin aşkına sen Romenlerin gemi yaptıklarını işittin mi? -M. Ş. Esendal. |
3488 | dinine yandığım | argo öfke, kızgınlık vb. duyguları belirtmek için kullanılan bir ilenme sözü. |
3489 | dipsiz kile, boş ambar | para, mal tutmayanın durumunu veya bir iş için boş yere uğraşıldığını anlatan bir söz. Örn: Politika ne nankör bir meslek, ne dipsiz kile, boş ambar imiş. -R. H. Karay. |
3490 | direk gibi | sağlam, iri yapılı. |
3491 | direksiyon kırmak | aracı istenilen yöne çevirebilmek için direksiyonu o yöne döndürmek. |
3492 | direksiyon sallamak | argo motorlu taşıt kullanmak. |
3493 | direksiyona geçmek | 1) aracı kullanmak üzere sürücü yerine oturmak 2) mec. bir işin yönetimini üzerine almak. |
3494 | direktif almak | talimat almak, emredilmek. Örn: Herkes benden emir, direktif almaya mecbur değil! -A. Gündüz. |
3495 | direktif vermek | talimat vermek, emretmek, buyurmak. Örn: Projelere, tasavvurlara geçildi, Paşa direktifler veriyordu. -T. Buğra. |
3496 | dirhemle söylemek (konuşmak) | çok az veya yavaş konuşmak. Örn: Üstadı, profesörle taban tabana zıt yaradılışlı bir insandı yani dirhemle lakırtı söylüyordu. -R. N. Güntekin. |
3497 | diri kalmak | 1) dinç, sağlıklı görünmek 2) pirinç, bulgur vb. bakliyat gereği kadar pişmemiş olmak. Örn: Pirinçler biraz diri kalmış. |
3498 | dirlik yüzü görmemek | rahata kavuşamamak. |
3499 | dirsek çevirmek | daha önce iş birliği yaptığı kişiyi uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak. Örn: Bugünlerde size dirsek çevirmişler, sebebini biliyor musunuz? -E. Işınsu. |
3500 | dirsek çürütmek | 1) okumak için yıllarca çalışmak. Örn: Dirsek çürütüp emek verdiği kitapları, can vermeden can bulunamayacağını ona hiç söylememişti. -S. Ayverdi. 2) öğrenimde veya meslekte uzun yıllar geçirmek. Örn: Bu meslekte senelerce dirsek çürüttüğüne göre ken |
3501 | disipline girmek | disiplinli bir biçimde yaşamaya başlamak. Örn: İnsan hoşlandığı işte hamaratlaşıyor, gerekli disipline farkına bile varmadan giriyor. -R. Erduran. |
3502 | diskur geçmek (çekmek) | argo nutuk verir gibi konuşmak. Örn: Adayın etnoloji kürsüsüne layık olmadığına dair bir diskur geçer. -H. Taner. |
3503 | diş açmak | madenî boruları birbirine birleştirebilmek amacıyla özel aletle sarmal yiv ve set oluşturmak. |
3504 | diş çıkarmak | çene kemikleri içinde bulunan diş, diş etini deldikten sonra ağız boşluğuna doğru sivrilmek. |
3505 | diş geçirmek | zorla veya inatla istediğini yaptırmak. Örn: Karşısındakine diş geçirmek inadı gene kabarmıştı. -R. N. Güntekin. |
3506 | diş gıcırdatmak | öfkesini davranışlarıyla göstermek. |
3507 | diş göstermek | güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini durumuyla belli etmek, tehdit etmek. |
3508 | dişe dokunmak | işe yarar olmak, önemli olmak, yerinde ve anlamlı olmak. Örn: Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen söz işitsem, şöyle tatlı, basit bir nağme duysam yok mu... -S. F. Abasıyanık. |
3509 | dişinden tırnağından artırmak | yiyecek giderlerini kısarak para biriktirmek. Örn: Susuz Yaz adlı öykü kitabımı, oyunlarımı hep böyle dişimden tırnağımdan artırarak bastırdım. -N. Cumalı. |
3510 | dişine göre | 1) gücünün yeteceği, altından kalkabileceği bir durumda 2) uygun, kolay. |