| 331 | (bir yerde) gözünü açmak | o yerde olduğunun farkına varmak. |
| 332 | (bir yerde) hazır bulunmak (olmak) | 1) bir yerde var olmak, kendi bulunmak 2) bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak. |
| 333 | (bir yerde) içecek suyu olmak | o yere gitmesi kısmet olmak. |
| 334 | (bir yerde) ikamete memur edilmek | esk. sürgün cezası verilmek. |
| 335 | (bir yerden) ayağını çekmek | sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek. |
| 336 | (bir yerden) ayağını kesmek | 1) bir yere gitmez olmak, uğramamak 2) başkasını bir yere artık uğramaz duruma getirmek. |
| 337 | (bir yerden) kendini dar atmak | güçlükle ve ivedi olarak bir yere sığınmak, kaçmak. Örn: Zavallı ihtiyarlar, sabah oldu mu bir yangından kaçar gibi kendilerini evden dar atıyorlar, gece yarısına kadar kahvede oturuyorlar, kavga ediyorlar, uyukluyorlardı. -R. N. Güntekin. |
| 338 | (bir yerden) payandaları çözmek | argo ayrılmak, kaçmak, uzaklaşmak. |
| 339 | (bir yerden, bir şeyden) elini ayağını (eteğini) kesmek (çekmek) | 1) uğramaz olmak 2) uğraşmamak, ilgilenmemek. Örn: Ben artık öyle şeylerden elimi ayağımı çektim. -O. C. Kaygılı. 3) o şeyle ilgisini kesmek. Örn: Odasına kapandı, aylarca dünyadan elini eteğini çekti. -R. H. Karay. |
| 340 | (bir yere) abayı sermek | 1) istenilmediği hâlde teklifsizce yerleşmek 2) uzun süre yerleşip kalmak. |
| 341 | (bir yere) adım (adımını) atmamak | gitmemek, uğramamak. Örn: Faik Bey artık konağa adımını atmıyor, artık ne Servet Bey'e hatta ne de Cemal'e görünüyordu. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
| 342 | (bir yere) ayağı alışmak | bir yere sürekli gitmek. Örn: Ayağı buraya alışmasın, sonra yabancı misafirler varken de gelir, beni rezil eder. -P. Safa. |
| 343 | (bir yere) ayağı düşmek | yolu düşmek. |
| 344 | (bir yere) ayak atmamak | bir yere hiç gitmemek, uğramamak. |
| 345 | (bir yere) baş tutmak | elebaşı olmak. |
| 346 | (bir yere) başını sokmak | barınacak bir yer bulmak. Örn: Çok şükür başımızı bir yere soktuk, şimdilik tatlı söyleyelim tatlı yiyelim. -Z. Selimoğlu. |
| 347 | (bir yere) kakılıp kalmak | beklemek zorunda kalmak, hiçbir yere gidememek. Örn: Dedeye -yeni şakirdiniz efendim- diyerek çekilip gidince kız odanın ortasında kakılıp kaldı. -H. E. Adıvar. |
| 348 | (bir yere) kapağı atmak | sıkıntısız, rahat bir yere sığınmak, kaçıp kurtulmak. Örn: Garajlara en yakın bir otele kapağı atmış, hemen yatıp uyumuştu. -E. Bener. |
| 349 | (bir yere) kendini atmak | vakit geçirmeden hemen gitmek. |
| 350 | (bir yere) para akmak | yatırım yapılmak. Örn: Yeteneksiz, hırslı mahalle politikacıları, kendi şehirlerine para aksın diye üniversite açma ticaretine girdiler. -A. Boysan. |
| 351 | (bir yere) parmak basmak | 1) imza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere bastırmak. Örn: Ben bu dileğin altına bilmem kaç kuruşluk pul yapıştırtıp, binlerce yurttaşa parmak bastırtıp yirmi metre uzunluğunda bir dilek kâğıdı olarak size sunabilirdim. -N. Hikmet. 2) mec. b |
| 352 | (bir yere) temel kakmak | bulunduğu yerden kolay kolay ayrılacak gibi olmamak. |
| 353 | (bir yere) yolu düşmek | o yerden geçmesi gerekmek. |
| 354 | (bir yeri birine) zindan etmek | bir yeri yaşanmaz, huzursuz, rahatsız, zevk alınmaz bir duruma getirmek. Örn: Ah evladım, sorma, onu bir zalim herif aldı, zavallı tazeye dünyayı zindan etti. -Ö. Seyfettin. |
| 355 | (bir yeri) adım adım gezmek | her yerini dolaşıp görmek. |
| 356 | (bir yeri) ahıra çevirmek | pis, bakımsız, dağınık, harap, gürültülü duruma getirmek. |
| 357 | (bir yeri) curcunaya çevirmek (döndürmek veya vermek) | ortalığı karışık, gürültülü duruma sokmak. |
| 358 | (bir yeri) gürültüye vermek | telaş ve karışıklığa yol açmak. |
| 359 | (bir yeri) ırgat pazarına döndürmek | karışık ve dağınık bir duruma getirmek. |
| 360 | (bir yeri) komşu kapısı yapmak | sık gidilen yer hâline getirmek. |