3841 | elden bırakmamak (düşürmemek) | bir şeyle sürekli ilgilenmek, elden düşürmemek. |
3842 | elden çıkarmak | 1) bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak. Örn: Eskilerden bir kısmını yok pahasına elden çıkarmak gerekecek. -H. Taner. 2) yitirmek. Örn: Sanki o, kaçırdığım, elden çıkardığım bir fırsattı. -N. F. Kısakürek. |
3843 | elden çıkmak | 1) malı olmaktan çıkmak, malı satılmak 2) kaybedilmek. Örn: Selanik elden çıkınca ailesi İzmir'e göçmüştür. -A. İlhan. |
3844 | elden ele dolaşmak (gezmek) | iyi nitelikleri dolayısıyla çok ilgi görmek, çok beğenilmek. Örn: Gönülden Sesler, Meşrutiyet gençliğinin elden ele dolaşan kitabı idi. -Y. Z. Ortaç. |
3845 | elden ele geçmek | çok sahip değiştirmek. Örn: Elden ele geçen ve fiyatı giderek artan bu silahlar eski ve güçsüzdür ama çetecilik için yeterlidir. -A. Kutlu. |
3846 | elden geçirmek | eksiklik veya bozukluklarını gidermek veya denetlemek için incelemek. Örn: Otomobil tamircisi bir akrabaları varmış, o da arabayı elden geçirmiş. -E. Bener. |
3847 | elden gel! | argo 1) ver! Elden gel bakalım iki papeli. 2) tkz. kutlamak amacıyla söylenen bir söz. |
3848 | elden geldiği kadar | yapılabildiği, olabildiği kadar. Örn: Müsteşardan kapıcıya kadar bütün nezaret mensupları elden geldiği kadar gayret ettiler. -R. N. Güntekin. |
3849 | elden gelmemek | yapamamak, dayanamamak. Örn: Bu üzücü durum karşısında ağlamamak elden gelmiyor. |
3850 | elden kaçırmak | elde edilebilecek bir şeyden türlü sebeplerle yararlanamamak. Örn: Cin yahut periler bu evi elden kaçırmamak için ne kadar hırçınlık etseler yeridir. -R. N. Güntekin. |
3851 | elden kaçmak | 1) sahip olamamak 2) değerlendirememek. Örn: Kibar kıyafetli bir hanım, elden kaçmış eski fırsatların hırsı gözlerinde parlayarak dedikodu yapmaya başladı. -R. H. Karay. |
3852 | elden ne gelir? | çaresiz bir durumda yapılacak bir şey olmadığını anlatan bir söz. Örn: Elden ne gelir, merdivenden düşüp ayak kırılırsa. -A. K. Tecer. |
3853 | ele alınır | oldukça iyi, işe yarar. |
3854 | ele alınmaz | çok kötü, berbat. |
3855 | ele almak | 1) bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. Örn: Sözlerini bambaşka bir anlayışla ele almış ve kendi kendine sormuştu. -T. Buğra. 2) bir konuyu görüşmek 3) bir konuyu incelemek, araştırmak. Örn: Kamu düzeniyle ilgili bu konuların yanında toplum ve aile s |
3856 | ele avuca sığmamak | 1) söz dinlememek, baskı altına alınmamak, zapt edilememek. Örn: İzmir'deyiz. Ele avuca sığmaz haşarı bir çocuğum. -R. N. Güntekin. 2) şımarık davranmak. Örn: Hani vatandaşlarımız da güç, ele avuca sığmaz, kanmaz, doymaz insanlar olsa bari! -F. R. A |
3857 | ele bakmak | 1) avuç içindeki çizgilere bakıp kişinin geleceğini okumak, el falına bakmak 2) muhtaç olmak. |
3858 | ele geçirmek | 1) yakalamak. Örn: Hele onu bir elime geçireyim, görürsün, burnundan getireceğim. -H. Topuz. 2) sahibi olmak. Örn: İstanbul'u ele geçirmek için bu muharebeye girdiklerini ilan etmekten başka bir şey yapamadılar. -Ö. Seyfettin. |
3859 | ele geçmek | 1) yakalanmak. Örn: Nihayet bir defasında tam iki ay izini kaybetmiş, bir türlü ele geçmemişti. -R. H. Karay. 2) edinilmek. |
3860 | ele gelmek | 1) tutulabilmek 2) bebek kucağa alınacak kadar büyümüş olmak. |
3861 | ele vermek | 1) suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak, ihbar etmek. Örn: O adamlar kim ise haber vermeli, dikkat etsinler, kendilerini sakın ele vermesinler. -H. E. Adıvar. 2) herhangi kötü bir şey yapanın yaptığını herkese bildirmek 3) ortaya çıkarmak. Örn: İ |
3862 | elekten geçirmek | 1) elemek 2) ayıklamak 3) araştırma sonunda doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırmak. |
3863 | elektriği kesmek | elektrik enerjisinin akışına engel olmak. |
3864 | elektriği yakmak | bir yeri aydınlatmak için elektrik enerjisini açıp kullanmak. Örn: Ondan hemen ayrılıp elektriği yaktı. -T. Buğra. |
3865 | elektrik almak | etkilenmek, etkisi altında kalmak. |
3866 | elektrik vermek | 1) bir yeri elektrikle donatmak 2) işkence amacıyla birinin çıplak bedenine doğru akım vermek 3) elektrik enerjisini kullandırmak 4) mec. etkilemek, etkisi altında bırakmak. |
3867 | eli alışmak | 1) bir işte uzluk, ustalık kazanmak 2) herhangi bir davranışı âdet edinmek. |
3868 | eli armut devşirmek | birisini bir iş yaparken öbürü boş durmak. Örn: Bu insanlar bu güzel şehirleri kurarken bizim ellerimiz armut mu devşiriyordu? -B. R. Eyuboğlu. |
3869 | eli ayağı (ayağına) dolaşmak | şaşırmak, telaşlanmak. Örn: Hastasını muayene ederken başında bulundular mı, hele söz söylediler mi eli ayağı dolaşır, ya kalbi bulamaz ya nabzı şaşırır. -A. İlhan. Şaşkınlıktan eli ayağına dolaşarak pencerelere koştu ve orada gördüğü manzara karşısın |
3870 | eli ayağı buz kesilmek (tutmamak) | güçsüz, dermansız kalmak. Örn: Bu hâli biraz yapmacık da olsa şimdi ben de şaşırmış, elim ayağım buz kesilmişti. -O. C. Kaygılı. |