3961 | elmas gibi | çok iyi, çok değerli. Örn: Elmas gibi kalbi var. Elmas gibi bir çocuk. |
3962 | emanet bırakmak (etmek, vermek) | bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere bir süreliğine bırakmak. Örn: Çocuğu annesine emanet etmeyecek, kendisi bakacaktır. -A. Kutlu. |
3963 | emdiği (helal) süt haram olmak | herhangi bir isteğinin yapılmamasından sonra ilenmek. Örn: Altı mikrobun canını daha cehenneme göndermeden gidersem emdiğim helal süt haram olmaz mı? -H. Taner. |
3964 | emdiği sütü burnundan getirmek | birisine çok sıkıntı çektirmek. Örn: Bu olanları başka birinden işitecek olursam emdiğin sütü burnundan getiririm. -B. Günel. |
3965 | eme seme yaramamak | işe yaradığı kabul edilmemek, makbule geçmemek, takdir edilmemek. |
3966 | eme yaramak | işe yaramak, yararlı olmak. |
3967 | emeği geçmek | bir şeyin ortaya çıkması için çalışmış olmak. Örn: Anneniz, bu kurumun oluşmasında emeği geçmiş belli başlı kişilerdendir. -E. Atasü. |
3968 | emek çekmek | bir işte çok çalışarak yorulmak. |
3969 | emek vermek | bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak. Örn: Dirsek çürütüp emek verdiği kitapları, can vermeden can bulunamayacağını ona hiç söylememişti. -S. Ayverdi. |
3970 | emekliye ayırmak (çıkarmak, çıkartmak) | kanuna göre aylık bağlayarak bir görevliyi görevinden ayırmak. Örn: Size bir fenalık edebilir, sizi işinizden attırır, vekâlet emrine alır, vakitsiz emekliye çıkartabilir. -H. Taner. |
3971 | emekliye ayrılmak (çıkmak) | emekli olmak, tekaüde sevk olunmak. Örn: Sakatlığımı öne sürerek emekliye ayrılmamı isteyebilirim. -N. F. Kısakürek. |
3972 | emekliye sevk etmek | emekliye ayırmak. Örn: Bayanı emekliye sevk ederek kendisinin evleneceğini söyledi. -R. N. Güntekin. |
3973 | emel beslemek | isteği, arzuyu sürekli düşünmek veya güçlendirmek. Örn: Size karşı güzel bir emel besleyenler için kazanmak lazım, değil mi? -P. Safa. |
3974 | emeline alet etmek | birini veya bir şeyi kendi istekleri doğrultusunda kullanmak. Örn: İttihat ve Terakki, ordunun genç subaylarını emellerine alet etmeyi başarmıştı. -S. Ayverdi. |
3975 | emin olmak | inanmak, güvenmek. Örn: Onları kimsenin görmediğine emin olunca pervasız konuşmaya başladılar. -M. Yesari. |
3976 | emir komuta zinciri içinde olmak | herhangi bir işlem en alt rütbe veya makamdan en üst rütbe veya makama doğru gerçekleşmek. |
3977 | emniyet etmek | güvenmek. Örn: Hele emniyet ettiğim birkaç uyanık arkadaşla bulunduğum zaman bülbül gibi ötüyordum. -R. N. Güntekin. |
3978 | emretti patrik efendi | alay birinin yersiz bir buyruğuna karşı kullanılan bir söz. |
3979 | emrihak vaki olmak | ölmek. Örn: Bir emrihak vaki olduğu zaman yerimize oğullarımız geçecek. -F. F. Tülbentçi. |
3980 | emrine vermek | 1) görevlendirmek, atamak 2) yararlanması için ayırmak. Örn: Bu daireyi büro olarak onun emrine verdiler. |
3981 | emrivaki yapmak | oldu bittiye getirmek. |
3982 | enayiliğine doyma! | iyi niyetle yaptığı bir davranış sonunda zarar gören kimseye söylenen bir söz. |
3983 | endazeyi kaçırmak | fazla abartmak, ölçüyü kaçırmak. Örn: Endazeyi kaçırmışsındır çancı ustası, dedi, olmayacak bahse sürersin emmi oğlumu. -K. Bilbaşar. |
3984 | endazeyi şaşırmak | ne yapacağına karar verememek, eli ayağı dolaşmak. Örn: Biri bu konuda damarına basınca endazeyi şaşırıyor, kendine hükmedemiyordu. -N. Araz. |
3985 | endişeye düşmek | tasaya kapılmak, kaygılanmak. Örn: Hatta kilise yetkilileri onun sağlığından endişeye düştüler. -İ. O. Anar. |
3986 | enfiye çekmek | keyiflenmek amacıyla çürütülmüş tütünden yapılan tozu burna nefes yoluyla almak. Örn: Gözleri dönmüş bir hâlde kendisini sokağa atar, bol enfiye çekerek akşamlara kadar bir başına dolaşır. -R. H. Karay. |
3987 | engel çıkarmak | bir işin yapılmasını zorlaştırmak. Örn: Aslında bütün mesele, düğün için engel çıkarmakta. -N. Hikmet. |
3988 | engel tanımamak | her türlü zorluğa karşın başarılı olmak. Örn: Bir gece içinde donanmasını, bir sepet su çiçeği gibi Haliç'e döken, engel tanımaz hareket şevkiyle Fatih. -N. F. Kısakürek. |
3989 | engin dallardan murt yememek | yükseklerden uçmak, burnu büyük olmak. Örn: Engin dallardan murt yemezdi. Onun alacağı kız ya çok zengin ya da tanınmış bir aileye mensup olmalıydı. -O. Kemal. |
3990 | ense kulak yerinde olmak | tkz. 1) iri yarı olmak 2) kelli felli olmak. |