| 4051 | eşekten düşmüş karpuza (düşmüşe) dönmek | argo 1) çok şaşırmak, donup kalmak 2) kötü bir duruma düşmek. Örn: Bunlar ezberlerindeki mânileri söylerler, dağarcıklarında mâni kalmayınca da eşekten düşmüş karpuza dönerler. -S. Birsel. |
| 4052 | eşi manendi (menendi, benzeri) olmamak (bulunmamak, yok) | benzeri olmamak. Örn: Allah rahmet eylesin, eşi menendi bulunmaz bir adamdı Nazmi Albay. -A. Ümit. Bir iki çıkışı, Arap Kadir'in bir eşi benzeri bulunmadığı gerçeğini ortaya koymuştu. -K. Korcan. Bizim dairenin müdürünün bir eşi benzeri daha yoktur. |
| 4053 | eşiğine yüz sürmek | bir dilekte bulunmak için bir kişiye yalvarmaya gitmek. |
| 4054 | eşiğini aşındırmak | işini yaptırmak için bir yere çok gidip gelmek. |
| 4055 | eşik (eşiğini) atlamak | 1) herhangi bir konuyu doyasıya yaşayarak belli bir olgunluğa ulaşmak. Örn: Sevginin, merhametin eşiğini atlayanlar, ızdırabın gömleğini de kendiliğinden giyinirler. -A. H. Tanpınar. 2) engelleri aşmak, zorlukları yenmek. |
| 4056 | eşkıya gibi | yüzü, bakışları ve kılığı korkunç olan. |
| 4057 | et bağlamak | 1) şişmanlamak 2) yara kapanmak. |
| 4058 | et tırnak olmak | sıkı aile bağı kurmak. |
| 4059 | et tutmak | et bağlamak. Örn: Ye de biraz et, can tut. -R. H. Karay. |
| 4060 | ete kemiğe dönüştürmek (büründürmek) | canlandırmak. Örn: Aşkımemnu'da Firdevs Hanım'ı inanılmaz bir başarıyla ete kemiğe dönüştürmüş. -S. İleri. |
| 4061 | eteğe varmak | yardım istemeye gitmek. |
| 4062 | eteği ayağına dolaşmak | eli ayağı dolaşmak. |
| 4063 | eteği kirlenmek | kadının namusuna dokunulmak. |
| 4064 | eteğinde namaz kılınmak | içi dışı çok temiz kişi olmak. |
| 4065 | eteğindeki taşı dökmek | bütün bildiklerini açıklamak. |
| 4066 | eteğinden ayrılmamak | peşini bırakmamak. Örn: Bu ağırsamaları anlamakla beraber aldırmayan Hilmi, eteğinden ayrılmıyor, peşi sıra yürümekten vazgeçmiyordu. -R. H. Karay. |
| 4067 | eteğinden el çekmek | 1) etliye sütlüye karışmamak 2) birini tacizden vazgeçmek. |
| 4068 | eteğine düşmek (sarılmak) | yalvarıp yakarmak. |
| 4069 | eteğine yapışmak (sığınmak) | birinin koruyuculuğu altına girmek. |
| 4070 | eteğini başına atmak (sarmak) | birini azarlamak, onur kırıcı sözlerle suçlamak. |
| 4071 | eteğini çekmek | günah sayılan işlerden uzak durmak. |
| 4072 | eteğini tutmak | yardım istemek. |
| 4073 | eteğiyle mum söndürmek | uygun olmayan biçimde iş yapmak, sakar olmak, üstünkörü davranmak. |
| 4074 | etek açmak | kadın, cinsel arzusunu belirtmek. |
| 4075 | etek öpmek | yaltaklanmak, dalkavukluk etmek. |
| 4076 | etek silkmek | 1) el etek çekmek 2) çekilmek, artık karışmamak. |
| 4077 | etek takmak (giymek) | argo erkek ar, namus, erdem vb. özellikleri bulunmayan duruma düşmek. |
| 4078 | etekleri tutuşmak | çok telaşlanmak. Örn: Öğleden sonra vali yine kıza köpüre arayınca komiser Zihni 'nin etekleri iyice tutuştu. -M. İzgü. |
| 4079 | etekleri uzamak | yanlışları düzeltmek, ayıbını kapatmak. |
| 4080 | etekleri zil (ıslık veya çalpara) çalmak | 1) çok sevinmek. Örn: İlk mektebe gittiği gün Gülsüm'ün sevincinden etekleri zil çalıyordu. -R. N. Güntekin. 2) alınan sevinçli bir haber üzerine telaşa ve heyecana kapılmak. |