4141 | ezberinde olmak | aklında tutmuş olmak. Örn: En az yirmi şiiri ezberimdeydi. -N. Cumalı. |
4142 | eziklik duymak | kendini mahcup hissetmek. |
4143 | ezilip büzülmek | güç bir duruma düşüp davranışlarıyla utandığını belli etmek. Örn: Etrafındakiler hanımefendiye karşı bir suç işlemiş gibi ezilip büzülüyorlar. -H. E. Adıvar. |
4144 | ezilmeden yenilmek | başa baş bir karşılaşma çıkararak az farkla yenilmek. |
4145 | ezip büzmek | ezip parçalayarak tamamen değiştirerek kullanılmaz veya anlaşılmaz duruma getirmek. Örn: Bütün ecnebi kelimeleri ezip büzüp anlaşılmaz hâle getirip öyle kullanıyorlar. -B. R. Eyuboğlu. |
4146 | eziyet çekmek | zahmet ve sıkıntıya uğramak. |
4147 | eziyet etmek | zahmet ve sıkıntı vermek, canını yakmak. Örn: Annesine eziyet ettiğine inandığı babasından fazla bahsetmek istemediğini sezdim. -A. Kabaklı. |
4148 | eziyet vermek | zahmet çektirmek. |
4149 | faaliyet göstermek | 1) çalışmak 2) işler durumda olmak, etkinlik göstermek. Örn: Casusların en çok faaliyet gösterdikleri liman da burasıydı. -F. F. Tülbentçi. |
4150 | faaliyete geçmek | 1) çalışmaya başlamak, çalışır duruma geçmek, işlemeye başlamak 2) işler duruma gelmek, etkin duruma gelmek. Örn: Bir siyasi grup, başka cinsten bir faaliyete geçmiş görünüyordu. -R. N. Güntekin. |
4151 | faaliyette bulunmak | çalışma içine girmek. Örn: Sendikalar siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar. -Anayasa. |
4152 | faaliyetten alıkoymak | çalışması durdurulmak, çalışmadan alıkonulmak. |
4153 | faça etmek | serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak. |
4154 | façası olmak | havalı, gösterişli olmak. |
4155 | façasını almak (al aşağı etmek) | birini mahcup etmek, bozmak. |
4156 | façuna etmek | sürtünme veya hava olaylarından korumak amacıyla halatı ince iple sarmak. |
4157 | faize yatırmak (vermek) | parasını faizle çoğaltmak için bankaya para yatırmak. |
4158 | faka basmak | aldatılmak, tuzağa düşmek. |
4159 | fakir düşmek | yoksullaşmak. |
4160 | fakir tavuğu tek tek yumurtlar | destekçisi olmayan, dayanağı olmayan kimsenin işleri yavaş yürür anlamında kullanılan bir söz. |
4161 | fakirlik ayıp değil, tembellik ayıp | yoksulluk utanılacak bir şey değildir, çalışmamak en büyük ayıptır anlamında kullanılan bir söz. |
4162 | fal açmak (bakmak) | bakla, su, iskambil vb.ne bakarak gelecekte olacak şeyleri anlamaya çalışmak. Örn: Tutun birer niyet de açayım size birer maydanozlu fal! -O. C. Kaygılı. |
4163 | fal taşı gibi | iri, büyük. Örn: Bu elleri güzel, yüzü çirkin delikanlı, ilk defa, gözleri fal taşı gibi açık, ruhundan bir ses koparabildi. -N. F. Kısakürek. |
4164 | fala bakmak | fal açmak. Örn: Para ile fala baktığı hâlde geçim sıkıntısından kurtulamıyor. -R. N. Güntekin. |
4165 | falakaya çekmek (yatırmak veya vurmak veya yıkmak) | falakaya bağlayarak dövmek. |
4166 | falso çıkmak | bozuk olmak. Örn: Yüzde beş yüz kâr beklediği bu işlerin alt tarafı falso çıkınca apışmış kalmıştı. -E. E. Talu. |
4167 | falso vermek | 1) bozulmaya yüz tutmak. Örn: Artık İstanbul'da her şey gevşemiş, falso vermişti. -Ö. Seyfettin. 2) açık vermek. |
4168 | falso yapmak | yanlış davranışta bulunmak. Örn: Yeteneksizliğini ortaya koyacak bir falso yapmaktan korkuyordu. -Ç. Altan. |
4169 | faraş gibi (kadar) | normalinden fazla açılan (ağız). |
4170 | fare çıktığı deliği bilir | bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir anlamında kullanılan bir söz. |