4378 | galeyana getirmek | coşturmak. Örn: Nağmeler ve hanende sesleri, uslu ve evcimen halkı heyecana ve galeyana getiriyordu. -A. Ş. Hisar. |
4379 | galip gelmek | yenmek, üstün gelmek. |
4380 | galop yapmak | at yarışında veya hazırlık çalışmasında iyi bir derece elde etmek. |
4351 | forsunu yitirmek (kaybetmek) | etkinliğini ve saygınlığını kaybetmek. |
4352 | fos çıkmak | bir işin sonu gelmemek, boş çıkmak. |
4353 | fotoğraf çekmek | fotoğraf makinesiyle görüntü tespit etmek. |
4354 | fotoğrafını almak | fotoğraf makinesiyle görüntüsünü tespit etmek. |
4355 | foyası meydana (ortaya) çıkmak | bir olay dolayısıyla bir kimsenin kötü niteliği ortaya çıkmak. Örn: Utanmazlık siyasetinin veya utanmaz siyasinin önünde sonunda foyası meydana çıkar. -B. Felek. |
4356 | foyasını belli etmek | göz boyacılığı, suçu, kötü niteliği veya gizli niyeti ortaya çıkmak. Örn: İnsana güzel gibi gelen, foyasını ancak gözle görülür şeklin içinde belli eden bir âlemdedirler. -S. F. Abasıyanık. |
4357 | fön çekmek | aletle saçı kurutup biçim vererek taramak. Örn: Birkaç dakika içinde üçü üç koldan çalışarak hem yaşlı kadına, hem de küçük kıza fön çektiler. -E. Şafak. |
4358 | Fransız kalmak | 1) anlatılan bir konuyu anlayamamak 2) herhangi bir konudan uzak kalmak. |
4359 | fren yapmak | freni kullanarak taşıtın hızını kesmek veya taşıtı durdurmak. |
4360 | freni patlamak (tutmamak) | 1) fren, görevini yapmamak 2) mec. bir iş denetimden çıkmak. |
4361 | frikik vermek | argo göğüs, bacak gibi vücudun belirli bölümlerini, bilerek veya bilmeyerek gereğinden fazla açarak göstermek. |
4362 | frikik yakalamak | argo bilerek veya bilmeyerek gereğinden fazla açılmış olan göğüs, bacak gibi vücudun belirli bölümlerini görmek. |
4363 | fücceten gitmek | ansızın ölmek. |
4364 | fülsüahmere muhtaç olmak | çok fakir, düşkün, zavallı olmak. |
4365 | fütur etmemek | umursamamak, önemsememek. Örn: El âlem huzurunda fütur etmeden akıllarına estiği zaman gelir, iki tek atarlar. -S. F. Abasıyanık. |
4366 | fütur getirmek | bezginlik getirmek, bezmek. |
4367 | gadre uğramak | haksız davranışlarla karşı karşıya gelmek. Örn: Önce kendini gadre uğramış sanan Nahit rolünü öğrenince utandı. -T. Buğra. |
4368 | gaf yapmak | bilmeden yersiz bir davranışta bulunmak veya başkasını incitecek söz söylemek, pot kırmak, çam devirmek. Örn: Birden yaptığı gafı anlayıp suspus oldu. -E. Şafak. |
4369 | gafil avlanmak | beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız bir anda bir olayla karşılaşmak, zor duruma düşürülmek. Örn: Atatürk bizden ayrılınca öbür sınıflara da girmiş. Fakat onlar bizim gibi önceden hazırlanmadıklarından gafil avlanmışlar. -H. Taner |
4370 | gaflet basmak | 1) dalgın, dikkatsiz bir durumda bulunmak 2) uykusu gelmek. |
4371 | gaflet uykusuna dalmak (yatmak) | 1) dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk içinde olmak 2) idraksizlik, bilgisizlik, aymazlık içinde olmak. |
4372 | gaflet uykusundan uyandırmak | bilgisizlikten, idraksizlikten kurtarmak. Örn: Sanki Orhan Veli'nin okuyucuyu gaflet uykusundan uyandırmak için yazdığı mısra rakı şişesinin içindeymiş gibi. -S. F. Abasıyanık. |
4373 | gaflete düşmek | gaflet içinde kalmak. |
4374 | gagasından yakalamak | bir kimseyi karşı koyamayacak duruma getirmek. |
4375 | gaipten haber vermek | kendisinde manevi güç olduğuna inanılan kimse, gelecekte neler olacağından veya bilinmeyen âlemden haber vermek. |
4376 | galebe çalmak | 1) yenmek. Örn: Kocanın münasebeti her türlü cazibesini kaybettiği gün rakibine galebe çaldığına emin olabilirsin. -H. C. Yalçın. 2) üstün gelmek, baskın çıkmak. Örn: Kadıncağızın gönlü gence kayıyordu. Fakat neticede akıl ve mantık tarafı galebe çal |
4377 | galeyana gelmek | coşmak, hiddetlenmek. Örn: Bir an çalgılar sustu, herkes şaşırmıştı, kimse padişahın birdenbire galeyana gelmesinin sebebini bilmiyordu. -F. F. Tülbentçi. |