4801 | gözünü (gözlerini) duman bürümek | 1) hayale dalmak, dalgınlaşmak. Örn: Gözlerini de bir duman bürüyor, başını yana çevirerek uzaklara bakıyordu. -R. N. Güntekin. 2) hüzünlenmek. |
4802 | gözünü (gözlerini) kan bürümek | adam öldürecek kadar öfkelenmek. |
4803 | gözünü (gözlerini) kapamak | 1) ölmek. Örn: Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış. -R. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek. Örn: Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz. -N. Ataç. |
4804 | gözünü (gözlerini) kırpmadan | çekinmeden, korkusuzca. Örn: Bu yüzden gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyorlar. -A. Ümit. |
4805 | gözünü (gözlerini) oymak | çok kötülük etmek. Örn: Pembe Teyzenin niyeti bozuk fakat babama göz atarsa gözünü oyacağımı dobra dobra söyledim. -H. E. Adıvar. |
4806 | gözünü ... hırsı bürümek | bir şeyi aşırı ölçüde istemek. Örn: İnsanın gözünü hırs, para hırsı bürümeye görsün! -S. F. Abasıyanık. |
4807 | gözünü ağartmak | gözlerini belertmek. |
4808 | gözünü alamamak | bir şeye, bir yere bakmaktayken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek. Örn: Sermet Bey, gözünü köşkten alamıyordu. -Ö. Seyfettin. |
4809 | gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak) | tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek. Örn: Gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan sakınmaz bir askermiş. -H. Taner. |
4810 | gözünü doyurmak | bol bol vermek. |
4811 | gözünü dört açmak | aldanmamak için çok uyanık bulunmak. Örn: Hop diye giriyoruz, gözünüzü dört açın, tongaya basmayın. -H. Taner. |
4812 | gözünü gözüne dikmek | başkasının gözüne sürekli olarak bakmak. |
4813 | gözünü kapamak | 1) ölmek. Örn: Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış. -R. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek. Örn: Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz. -N. Ataç. |
4814 | gözünü karartmak | bir işe atılırken hiçbir şeyden çekinmemek. Örn: Cesaret timsali değildi Cemal ama üç büyük birayı devirdikten sonra, kendi gözünü karartabileceği gibi başkalarınınkini de morartabileceğinden hiç şüphesi yoktu. -E. Şafak. |
4815 | gözünü kin bürümek | intikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek. Örn: Gözünü kin bürümüş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında yaşı da yakacak. -A. İlhan. |
4816 | gözünü sevda (aşk) bürümek | ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek, tamamen ona bağlanmak. Örn: Senin gözünü sevda bürümüş, bey, dedi. Sen bir İzmir'e git de gönlünü eğle! -S. Ali. |
4817 | gözünü sevdiğim | okşamalık olarak kullanılan bir söz. |
4818 | gözünü seveyim | tkz. birinden bir şey isteneceği zaman kullanılan söz. |
4819 | gözünü toprak doyursun | kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için söylenen bir ilenme sözü. |
4820 | gözünü üstünden ayırmamak | sürekli denetim altında bulundurmak. Örn: Buna rağmen, bir şey yakalamak ümidiyle gözünü üstünden ayırmadığını hissediyordu. -R. N. Güntekin. |
4821 | gözünü yıldırmak | gözünü korkutmak. Örn: Hem de oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok para harcamak, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gözünü yıldırır. -N. Nâzım. |
4822 | gözünü yummak | 1) gözünü kapamak 2) mec. ölmek. Örn: Atatürk, o zaman için çaresiz bir hastalıktan gözünü yumduğu sırada altmışına basmamıştı. -B. Felek. |
4823 | gözünün bebeği gibi sevmek | çok sevmek. |
4824 | gözünün çapağını silmeden | sabahleyin uyanır uyanmaz. |
4825 | gözünün içine baka baka | cesaret ve soğukkanlılıkla. |
4826 | gözünün önünden geçmek | hatırlamak. Örn: Selma Hanım'ın salonlarında gördüğü tipler birer birer gözünün önünden geçti. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
4827 | gözünün önünden gitmemek | bir türlü unutamamak. |
4828 | gözünün önüne gelmek | bir şeyi zihinde canlandırmak, tasarlamak, hatırlamak. Örn: Doğduğum köydeki çocukluğum, İstanbul'a gelişimiz, mektep, Avrupa. Hep gözümün önüne geldi. -Ö. Seyfettin. |
4829 | gözünün önüne gelmek | hatırlamak. Örn: Mine'nin parçalanmış bedeni gözlerimin önüne geliyor. -A. Ümit. |
4830 | gözünün önünü görmemek | sisten, pustan dolayı etrafını görememek. |