| 5041 | hâli kalmamak | gücü, takati, eski durumu olmamak. Örn:  Ama nasıl kurtulacaktı? Kuvveti bitmiş, kımıldayacak hâli kalmamıştı. -Ö. Seyfettin. | 
| 5042 | hâli tavrı yerinde | durumu, görünüşü, davranışı düzgün. | 
| 5043 | hâli üzere | olduğu gibi. Örn:  Fakat bir zaman sonra tabiata karşı uğraşmanın nafileliğini anlayarak her şeyi hâli üzere bırakmıştı. -R. N. Güntekin. | 
| 5044 | hâli vakti yerinde | paraca durumu iyi, zengin. Örn:  Bu adamın hâli vakti yerinde. | 
| 5045 | hâline bakmamak | kendisinin ne durumda olduğunu düşünmeden gücünü aşan işlere kalkışmak. Örn:  İhtiyar bunak, hâline bakmıyor da neler söylüyor. -M. Ş. Esendal. | 
| 5046 | hâline köpekler bile güler | tkz. çok kötü bir duruma düşenler için kullanılan bir söz. | 
| 5047 | halka inmek | halkın anlayışı ve görüşü düzeyinde olmak. | 
| 5048 | halka olmak | bir çember biçiminde dizilmek. Örn:  Alevlerin etrafında halka olduk ve konuştuk. -H. E. Adıvar. | 
| 5049 | hallaç pamuğu gibi atmak | toplu durumda bulunan kişi veya nesneleri darmadağın etmek. | 
| 5050 | hâllenip küllenmek | kendi imkânlarıyla iyi kötü geçinip gitmek, kendi yağıyla kavrulmak. | 
| 5051 | hallihamur olmak | içinde bulunduğu koşullara uymak. Örn:  Suyun, toprağın, gözyaşının ve insan kanının hallihamur olduğu bu Anadolu toprağı susar mı? -A. Gündüz. | 
| 5052 | halt etmek | tkz. uygunsuz bir söz söylemek, uygunsuz davranmak, uygunsuz bir iş yapmak. Örn:  İşlerim var. Sen de peşime takıl benimle in, sonra ne halt edersen et. -A. Kulin. | 
| 5053 | halt karıştırmak | tkz. halt etmek. Örn:  Şu kendisine üç saniye gibi gelen bir saat on beş dakika zarfında ne halt karıştırmıştı. -S. F. Abasıyanık. | 
| 5054 | halt yemek | tkz. halt etmek. Örn:  On beş yaşında bu haltları yerse yirmi yaşına geldiği zaman ne yapacak? -R. N. Güntekin. | 
| 5055 | halvet olmak | birisi veya birileriyle yalnız görüşmek amacıyla içeriye başkasını veya başkalarını almamak. | 
| 5056 | ham çıkmak | kavun, karpuz olgunlaşmamak. | 
| 5057 | ham hum etmek | belirsiz, önemsiz, boş birtakım sözler söylemek. | 
| 5058 | ham hum şorolop | düzenle veya el çabukluğu ile yapılan, kimsenin akıl erdiremediği iş. | 
| 5059 | hamam gibi | pek sıcak. Örn:  Bugün deniz hamam gibidir değil mi? -B. Felek. | 
| 5060 | hamamcı olmak | argo boy abdesti alması gerekmek. | 
| 5061 | hamamın namusunu kurtarmak | görünüşünü kurtarmaya yönelen birtakım yetersiz çarelere başvurarak kötü bilinen bir yere onur kazandırmaya çalışmak. | 
| 5062 | hamle etmek (yapmak) | 1) atılmak, saldırmak. Örn:  Sinir içindeki kadına o anda hamle etme aptallığını da yapmış ve tokadı yemiş. -R. Erduran. 2) önemli bir işe girişmek, bir işte başarı sağlamak için çaba harcamak. | 
| 5063 | hamur açmak | yoğrulmuş hamuru inceltip yufka durumuna getirmek. | 
| 5064 | hamur gibi | 1) yorgunluktan eli ayağı tutmayan 2) çok pişip bulamaç durumuna gelen (yiyecek). | 
| 5065 | hamur tutmak | hamur hazırlamak. | 
| 5066 | han gibi | gereğinden çok geniş olan (yer). | 
| 5067 | han hamam sahibi (olmak) | malı mülkü çok, varlıklı kimse (olmak). | 
| 5068 | han kapısından teğelti atmak | defetmek, kovmak. Örn:  Bir adamı hiç sormadan, etmeden böyle han kapısından teğelti atar gibi kolundan tutup fırlatınca içinde bir üzüntü kalır. -M. Ş. Esendal. | 
| 5069 | hangar gibi | çok büyük ve geniş (yer) anlamında kullanılan bir söz. | 
| 5070 | hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak | kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak. |