481 | (birine) kollarını açmak | 1) içtenlikle karşılamak veya kucaklamaya hazırlanmak, sevgisini ve dostluğunu göstermek. Örn: O gün ... bütün bir yıl dargın durduklarına kollarını açarlardı. -H. Taner. 2) korumak, yardım etmek. |
482 | (birine) koltuk vermek | 1) yüzüne karşı övmek, pohpohlamak 2) mec. koltuklamak. |
483 | (birine) korku salmak | korkutmak. Örn: Devletin bu türden denetimlere kalkması, korku salma amacına yöneliktir. -M. C. Anday. |
484 | (birine) korku vermek | korkutmak. Örn: Kadınlıktan, erkeklikten tiksiniyordu ve etteki sır ona korku veriyordu. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
485 | (birine) kredi açmak | 1) birine peşin para istemeden belirli bir ölçüye kadar mal vermeyi kabul etmek 2) ödünç para vermek. |
486 | (birine) kucak (kucağını) açmak | 1) korumak. Örn: Paris'teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı. -R. N. Güntekin. 2) sığınacak yer vermek. Örn: Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
487 | (birine) kul köle olmak | tam bir doğruluk ve özveri ile bağlanarak bütün isteklerini yerine getirmeye hazır olmak. |
488 | (birine) külah giydirmek | hile ile, oyunla aldatmak. |
489 | (birine) külahını ters giydirmek | çok kurnaz olmak. |
490 | (birine) madik atmak (etmek veya oynamak) | argo dolap çevirmek, hile yapmak. |
491 | (birine) malum olmak | içine doğmak. Örn: Ona da malum oldu haber / Koşup geldi odama -B. Necatigil. |
492 | (birine) meydan dayağı çekmek | herkesin içinde veya çok dövmek. |
493 | (birine) meydanı dar etmek | birini çok sıkıntıya sokmak, her yönden sıkıştırmak. |
494 | (birine) mum tutturmak | aşırı disiplin altına almak. |
495 | (birine) müşkülat çıkarmak | yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak. Örn: Kaynanam olacak o kadın her türlü müşkülatı çıkarıyor. -O. Aysu. |
496 | (birine) nazı geçmek | dilediğini kabul ettirecek kadar hatırı sayılmak. |
497 | (birine) oyun etmek | kurnazlıkla birini aldatmak. Örn: Kendisine oyun ettim diye, benden kuşkulandığı hâlde gene bana başvuruyor. -O. C. Kaygılı. |
498 | (birine) öyle gelmek | sanmak, zannetmek. Örn: Bana öyle gelirdi ki çocuklar yalnız kışın büyürler. -S. F. Abasıyanık. |
499 | (birine) perestiş etmek | sevmek. Örn: Küçük hanıma bütün ruhumla perestiş ediyorum. -Ö. Seyfettin. |
500 | (birine) pervane olmak | birinin yanında onun hizmetine hazır olduğunu gerekli gereksiz göstermek. |
501 | (birine) rahat batmak | tkz. iyi bir durumdayken bu durumu olmayacak sebepler yüzünden bırakanlar için sitem yollu söylenen bir söz. |
502 | (birine) sempati duymak (beslemek) | birini sevimli, cana yakın bulmak. Örn: Şahsıma karşı gerçek bir sempati besliyordu. -R. H. Karay. |
503 | (birine) sırtını dayamak (vermek) | 1) bir yere dayanmak, yaslanmak. Örn: Kocaman duvara sırtını vererek üstüne zencefil ve tarçın serpilmiş salep içerlerdi. -S. F. Abasıyanık. 2) güçlü birine, bir yere güvenmek. |
504 | (birine) silah çekmek | 1) silahla vurmaya davranmak 2) silahla vurmak. |
505 | (birine) söz düşmemek | 1) başkalarının konuşmasından kendisine sıra gelmemek 2) başkaları dururken kendisinin söz söylemesine gereklik bulunmamak. Örn: Bu toplantıda büyüklere söz düşmüyor. -H. E. Adıvar. 3) birinin söz hakkı olmamak. |
506 | (birine) söz gelmek | bir davranışından dolayı eleştiriye konu olmak, yerilmek. |
507 | (birine) söz getirmek | 1) birinin eleştirilmesine sebep olmak, bir kimseye söz gelmesine yol açmak 2) bir kimseye söz gelmesine yol açmak. Örn: Hâlbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de söz getirmeye başladı. -R. N. Güntekin. |
508 | (birine) tarziye vermek | gönül almaya çalışmak, özür dilemek. Örn: Yüzüme bakmadan bana tarziye verdi. -R. N. Güntekin. |
509 | (birine) tavır almak (takınmak veya koymak) | mesafeli davranmak, uzak durmak. |
510 | (birine) tepeden bakmak | küçümsemek. Örn: Bilakis amele olmayanlara karşı tepeden bakar, onları bir ağacın üstündeki mantarlar gibi görür. -N. Hikmet. |