| 5131 | hatır gönül bilmek (saymak veya tanımak) | kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymak. |
| 5132 | hatır gönül yapmak | birini tutum ve davranışlarıyla mutlu etmek. |
| 5133 | hatır gönül yıkmak (kırmak) | kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymamak. |
| 5134 | hatır için çiğ tavuk yemek | bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak. |
| 5135 | hatır sormak | hâl hatır sormak. Örn: Önce karşılıklı hatır sormakla başlayan konuşmaların ardından, tarlaların durumuna geçti. -N. Cumalı. |
| 5136 | hatıra (hatır ve hayale) gelmemek | bir şeyin gerçekleşeceği, olacağı hiç düşünülmemek. Örn: Yemin, her hatır ve hayale gelmez cümlelerin ucunda bir kurdele, bir fiyonk gibi açılıveriyordu. -A. Ş. Hisar. |
| 5137 | hatırı sayılır | 1) oldukça çok. Örn: Adamları aracılığıyla bu konuda hatırı sayılır bir külliyata sahip oldu. -İ. O. Anar. 2) önemli, saygın, saygıdeğer. Örn: Sabit Bey Ağabey mahalle tulumbacıları arasında en hatırı sayılır adamlardandır. -H. Taner. |
| 5138 | hatırına bir şey gelmesin | bir düşüncede, sözde veya davranışta kötü bir amaç güdülmediğini anlatan bir söz. |
| 5139 | hatırına gelmek | hatırlamak, aklına gelmek. Örn: İçeriyi dinlemediği hatırına geldi. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
| 5140 | hatırına getirmek | hatırlamasına yol açmak. Örn: Tüfeğini omzuna vurup çapraz fişeklerini kuşanan bir kişinin ölümü hatırına getirmesi garip olmaz mı? -N. Cumalı. |
| 5141 | hatırında kalmak | unutmamak, hatırlamak. Örn: Birçok söz daha söylemişti. Hepsi hatırımda kalmamış olsa gerek. -N. F. Kısakürek. |
| 5142 | hatırında tutmak | unutmamak. |
| 5143 | hatırından (hatır ve hayalinden) geçmemek | aklına gelmemek, düşünmemek. Örn: Herhangi bir devletin İstanbul'a taarruzu artık hatırından geçmiyordu. -Y. K. Beyatlı. |
| 5144 | hatırını hoş etmek | sevindirmek, memnun etmek. |
| 5145 | hatırını sormak | hâl hatır sormak. Örn: Herkes içten görünüyor, hatta yıldızımın hiç barışmadığı insanlar bile dostça elimi sıkıyor, hatırımı soruyorlar. -A. Ümit. |
| 5146 | hatiften gelmek | gaipten ses gelmek. |
| 5147 | hatim indirmek | Kur'an'ı başından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek. |
| 5148 | hatim sürmek | okunan Kur'an'ı, önündeki Kur'an'dan takip etmek. |
| 5149 | hatime çekmek | son vermek. |
| 5150 | hava açmak (açılmak) | bulutlar dağılmak. |
| 5151 | hava atmak | herhangi bir üstünlüğünden dolayı şişinmek, caka yapmak. |
| 5152 | hava basmak | 1) hava vermek 2) argo büyüklenmek, gururlanmak. |
| 5153 | hava bozmak | havada yağmur, kar, dolu veya fırtına başlamak. Örn: Hava birden bozmuş, daha doğrusu poyraza çevirmişti. -S. F. Abasıyanık. |
| 5154 | hava bulanmak | yağmur yağacak duruma gelmek. |
| 5155 | hava çarpmak | iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek. |
| 5156 | hava değiştirmek | iklimi değişik bir yere gidip bir süre oturmak. Örn: Hekimleri Seniha'ya biraz yer ve hava değiştirmeyi, biraz kırlarda ve denizlerde gezip eğlenmeyi tavsiye ettiler. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
| 5157 | hava fena esmek | ortamla ilgili her türlü şart kötü durumda olmak. |
| 5158 | hava iyi esmek | ortamla ilgili her türlü şart uygun durumda olmak. |
| 5159 | hava kaçırmak | 1) nesneler için içindeki havayı tutamayıp dışarıya vermek 2) yellenmek. |
| 5160 | hava kapanmak | gökyüzü bulutlarla örtülmek. |