511 | (birine) uşaklık etmek | 1) bir kimseye hizmet veya kulluk etmek 2) mec. kendi çıkarı için yasal veya ahlaki olmasa bile başkasının her dediğini yapmak zorunda olmak. |
512 | (birine) verip veriştirmek | ağzına geleni söylemek. Örn: Bunca yıl yalan okuduk, yalan dinledik / Aklına kim gelirse bağır, ver veriştir -N. Cumalı. |
513 | (birine) yağcılık etmek | gereksiz biçimde övmek, dalkavukluk etmek. |
514 | (birine) yetki vermek | yetkilendirmek. |
515 | (birine) yıkıntı olmak | birini çok zarara sokmak. |
516 | (birine) yuf borusu çalmak | kınama, üzüntü ve nefretini bildirmek. |
517 | (birine) yukarıdan bakmak | kendini karşısındakinden üstün görmek. |
518 | (birine) yük olmak | 1) bir kimse, sıkıntılı bir işini başkasına yaptırmak. Örn: Onların hepsinde sanki bulundukları yere yük oluyorlarmış gibi utangaç ve ürkek bir hâl vardır. -B. R. Eyuboğlu. 2) kendisi için başkasına para harcatmak, masraf yaptırmak. Örn: Bunları gaze |
519 | (birine) yüksekten bakmak | kendini karşısındakinden üstün görmek. Örn: O kadar nefret ettiğim İsmail, kim bilir bana ne yüksekten bakacak. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
520 | (birine) zahmet olmak | yapılan bir işten sıkıntı, yorgunluk duymak. |
521 | (birine) zar atmak | 1) henüz başarısını kanıtlamamış biri için önceden olumlu düşünce belirtmek 2) birinin ağzından laf alabilmek için onun düşüncesindeymiş gibi konuşmak. |
522 | (birine) zevali olmak | zararı olmak, zararı dokunmak. |
523 | (birine) zifos atmak | 1) sataşmak 2) kara sürmek, iftira atmak. |
524 | (birine) zincir vurmak | 1) elini ayağını bağlamak 2) özgürlüğünü elinden almak. Örn: Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım -M. A. Ersoy. |
525 | (birine, bir şeye) çekidüzen vermek | 1) düzgün duruma getirmek, düzeltmek. Örn: Bir iki yutkunup sesine çekidüzen verdikten sonra şu ninniyi tutturdu. -O. C. Kaygılı. 2) belirlenen ölçülere uydurmak. |
526 | (birine, bir şeye) güveni olmak | güvenmek, inanmak. |
527 | (birine, bir şeye) kanat germek | koruması altına almak, himaye etmek. Örn: Bazı işsiz güçsüz takımı, beş para etmez yapılara kanat gererek kendilerini tatmin etme girişimindeler. -A. Boysan. |
528 | (birine, bir şeye) kendini adamak | kendini vermek. Örn: Kendini bir ülkeye adayacak her kişi, bir kere bu yoldan geçmeli. -N. Meriç. |
529 | (birine, bir şeye) kıymet vermek | değerli olarak kabul etmek, değerlendirmek. Örn: Müdür bey onun tecrübelerine kıymet vermek şöyle dursun, onu hafife almakla gururunu da kırıyordu. -K. Korcan. |
530 | (birine, bir şeye) pabuç bırakmamak | yapacağından vazgeçmemek, hiçbir şeye aldırmamak, korkmamak. Örn: Bu tehditlere hiç pabuç bırakmadı. -H. Topuz. |
531 | (birini bir şeye) alet etmek | bir kimseyi hoş olmayan bir işte aracı olarak kullanmak. Örn: Sen kalktın, onu şakaya, latifeye, alaya alet etmek istedin. -Ö. Seyfettin. |
532 | (birini bir şeye) gark etmek | 1) batırmak, boğmak 2) mec. birine bir şeyi bol bol vermek. Örn: Bu hayrı ile milletimizi nura gark edeceğine herkes kani idi. -Y. K. Beyatlı. |
533 | (birini veya bir şeyi) göklere çıkarmak | aşırı derecede övmek. Örn: Kadın dergileri bizi göklere çıkarıyorlardı, bunu da hak etmemiştik. -A. Ağaoğlu. |
534 | (birini veya bir şeyi) gölgede bırakmak | ondan daha üstün bir düzeye yükselmek, ondan çok daha başarılı olmak. Örn: Enişte, delikanlıları gölgede bırakacak kadar çalıştı hâlâ ayak üstünde. -S. M. Alus. |
535 | (birini veya bir şeyi) gözü görmez olmak | artık ona değer vermemek. |
536 | (birini veya bir şeyi) gözü kesmek | bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek. Örn: Şimdi Murat dağlarında eğlenirim, beni bulmak istersen adamlarının da gözü keserse oraya yolla. -T. Buğra. |
537 | (birini veya bir şeyi) gözü kesmemek | 1) bir işi yaparken kendine veya başkalarına güvenmemek 2) beğenip seçememek. Örn: Kendi deyimiyle otuzu geçtiği hâlde isteyenler arasında kendine uygun birisini gözü kesmediği için evlenmemişti. -N. Cumalı. |
538 | (birini veya bir şeyi) gözü tutmak | güvenmek, beğenmek. Örn: Bu genç çocukla bu üstü başı oldukça eski ihtiyar adamı gözü tutmamıştı. -N. Hikmet. |
539 | (birini veya bir şeyi) kayıttan düşmek | bir yere mal olmaktan çıkararak defterde bu durumu belirtmek. |
540 | (birini veya bir şeyi) kendi hâline bırakmak | ilgilenmemek, karışmamak. Örn: Ertesi sabah beni balığa çıkarken uyandırmayacaklardı. Bırakacaklardı kendi hâlime. -S. F. Abasıyanık. |