5731 | imanı yok | 1) (imanı) acımasız, insafsız 2) kahrolası! |
5732 | imanına kadar | tkz. (imanına) ağzına kadar, son kertesine kadar, tıka basa, alabildiğince. |
5733 | imansız gitmek | Tanrı'ya inanmadan ölmek. |
5734 | imara açılmak | yapılaşma yasağı olan bir yerin üzerine yapı yapılmasına izin vermek. Örn: Boğaziçi sırtları imara açıldı. -A. Boysan. |
5735 | imbikten çekmek | damıtmak. |
5736 | imdada (imdadına) koşmak (yetişmek) | çok zor ve tehlikeli bir anda yardım etmek. Örn: Aşağı kattan gürültüyü işiterek imdadıma koşan annem evvela neye uğradığını bilememişti. -Y. K. Karaosmanoğlu. Neyse bu işte de otelci imdadımıza yetişti. -R. N. Güntekin. |
5737 | imdadına yetişmek (erişmek) | yardım etmek. Örn: Hakkı Bey karısının imdadına erişti. Selma Hanım'ın müşkül bir vaziyette kaldığını hissederek söze karıştı. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
5738 | imeceye girmek | imece yoluyla yapılacak çalışmaya katılmak. Örn: Gençlerle imeceye girme gücü yitirilmediği sürece yaşlanmanın ertelenebileceğini kanıtladı. -A. Cemal. |
5739 | imkân vermek | olanak sağlamak. Örn: Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi? -A. İlhan. |
5740 | imlaya gelmemek | bir şey veya düşünce düzenlenemeyecek kadar karışık olmak, yönteme uyamayacak bir durumda olmak. |
5741 | imtihan vermek | 1) sınanmak 2) tehlikeli ve zor bir durumdan zarar görmeden iyi bir sonuca ulaşmak. |
5742 | imtihana çekmek | 1) bilgisini ölçmek 2) denemek, sınamak. |
5743 | imza toplamak | bir dilekçeyi veya öneriyi, destekleyenlere imzalatmak. |
5744 | imza vermek | imza atmak. |
5745 | imzayı basmak (çakmak) | tkz. imzalamak, imza etmek. |
5746 | in cin top oynamak | hiçbir canlı varlık bulunmamak. Örn: Adam inlerle cinlerin top oynadığı yolda mezarlığın yıkık duvarına sıçradı. -Ç. Altan. |
5747 | in cin yok | hiç kimse yok. |
5748 | in gibi | dar ve karanlık (yer). |
5749 | inadı tutmak | çok direnmek. |
5750 | inadım inat olmak | söylediğinden veya yaptığından vazgeçmemek, çok direnmek. |
5751 | inan olsun | bana inanınız anlamında kullanılan bir söz. Örn: İnan olsun, ben bunu biliyordum. |
5752 | inanca vermek | güvence vermek. |
5753 | inanılır gibi (şey) değil | çok şaşırılan, hayret edilen veya hayranlık duyulan bir olayla karşılaşıldığında söylenen bir söz. Örn: O şaşırtıcı yükselişten sonra düştüğü bu durum inanılır şey değil. -C. Külebi. |
5754 | inayette bulunmak | inayet etmek. |
5755 | ince eleyip (eğirip) sık dokumak | bir şeyi en küçük ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden veya elden geçirmek. Örn: Annesinin bu meseleyi nasıl ince eleyip sık dokuyacağını biliyordu. -O. Kemal. |
5756 | inceldiği yerden kopmak | sonucu neye varırsa varsın. Örn: İnceldiği yerden kopsun kimsenin eline kalmamalı, kapılara bakmamalı insan. -A. Kilimci. |
5757 | inci (inciler) döktürmek | bir konuda önemli, anlamlı ve güzel söz söylemek. |
5758 | inci gibi | küçük, temiz, güzel ve düzgün. Örn: Pekâlâ elinde inci gibi yazısı var, daha ziyade okuyup da ne olacak? -M. Ş. Esendal. |
5759 | incir çekirdeği doldurmamak | çok az veya çok önemsiz olmak. Örn: İncir çekirdeği doldurmayan konularda bir araba lakırtı söylerler. -N. Uygur. |
5760 | infial uyandırmak | kızgınlığa yol açmak, öfke yaratmak. |