31 | (bir iş) medreseye düşmek | alay içinden çıkılmaz boş tartışmaların konusu olmak. |
32 | (bir iş) sallantıda kalmak | bir çözüme bağlanmamak. |
33 | (bir iş) sekteye uğramak | kesilmek, kesintiye uğramak. |
34 | (bir iş) sürüncemede kalmak | bir iş sonuçlanıncaya kadar boş yere gecikmek, uzamak, askıda kalmak, bir türlü sonuçlanamamak. |
35 | (bir iş) uykuda olmak | yürütülmemek, olduğu gibi durmak. |
36 | (bir işe) adı karışmak | kötü bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek. |
37 | (bir işe) burnunu sokmak | gerekmeden her işe karışmak. Örn: Bir kere burnumu sokmuştum işin içine, sonuna kadar gitmekten başka çare yoktu. -E. Bener. |
38 | (bir işe) dört elle sarılmak (yapışmak) | bir işe büyük bir özen ve önem vererek girişmek. Örn: Sen bize dört elle sarılırsan zarar etmezsin. -R. N. Güntekin. |
39 | (bir işe) eli yatmak | eli alışmak. Örn: Daha çatal ve bıçağı tutmasına eli yatmamıştı, ikide bir düşürürdü. -R. H. Karay. |
40 | (bir işe) kendini vermek (vurmak veya çalmak) | bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip tek şeyle aşırı ölçüde ilgilenmek. Örn: Sattım dükkânı, verdim kendimi tiyatroculuğa. -N. Hikmet. |
41 | (bir işi birinin) sütüne havale etmek | işi, beklenen biçimde yapmasını o kişinin vicdanına bırakmak. |
42 | (bir işi) aceleye getirmek | bir işi üstünkörü, özenmeden yapmak. Örn: Boşanma işlemleri devam ederken ev arama işini aceleye getirdiğime bin pişmanım. -E. Şafak. |
43 | (bir işi) dallandırıp budaklandırmak | bir işi, bir sorunu büyüterek karışık duruma getirmek. |
44 | (bir işi) gözü yememek | bir işi yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak. |
45 | (bir işi) pamuk ipliğiyle bağlamak | etkisi az sürecek bir çare ile geçiştirmek. |
46 | (bir işi) piç etmek | tkz. 1) yapayım derken bozmak, çıkmaza sokmak 2) tadını kaçırmak, tatsız bir durum yaratmak. Örn: Can sıkıntısı, pişmanlık ve öfkenin, bu Vaniköy akşamını nasıl piç edeceğini şimdiden kestirebiliyordum. -A. İlhan. 3) boş geçirmek, boşa harcamak. Örn: |
47 | (bir işi) resmiyete dökmek | bir iş veya durumu resmî bir yola sokmak, resmî bir nitelik vermek. |
48 | (bir işi) sürüncemede bırakmak (tutmak) | bir işi sonuçlanıncaya kadar boş yere geciktirmek, uzatmak. Örn: Bana niye bu davayı böyle sürüncemede tuttuğunu izah etsin. -A. Kulin. |
49 | (bir işi) tatlıya bağlamak | kavgalı bir işi gönül hoşluğuyla bitirmek. Örn: Hayır kardeşim, istemez diye tatlıya bağladım. -O. V. Kanık. |
50 | (bir işi) yokuşa koşmak | bir konuda güçlük çıkarmak. |
51 | (bir işin veya bir şeyin) ucundan tutmak | 1) bir şeyle meşgul olmak, katkı sağlamak, yardımcı olmak. Örn: Ömür boyu hiçbir işin ucundan tutmamış insanlar için bile bir yaşlılık fonu düzenlenmiş. -H. Taner. 2) mec. bir işi yeterince ilgilenmeden, önemsemeden yapmak. |
52 | (bir işin) adamı | bir işi ustalıkla yapan. |
53 | (bir işin) alayında olmak | 1) işi önem vermeyerek yapmak 2) işi şaka konusu yapmak. |
54 | (bir işin) altı yaş olmak | işe birtakım oyunlar karışmak, böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak. |
55 | (bir işin) başında olmak | 1) yöneticisi olmak. Örn: Senin müdür başımda olduğu sürece bana da rahat yüzü yoktur. 2) işe sahip çıkmak. |
56 | (bir işin) hamallığını etmek (yapmak) | bir işin önemsiz fakat ağır ve yorucu yükünü taşımak. Örn: Yok, yok! Sizi kimse hamallık etmeye bırakmaz. -N. F. Kısakürek. |
57 | (bir işin) içinden çıkmak | karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek. Örn: Pek cazip bir iş fakat çok paraya, çok vasıtaya ihtiyaç var. Bakalım bunun içinden nasıl çıkabileceğim? -Y. K. Karaosmanoğlu. |
58 | (bir işin) ilerisine gitmek | bir işin sonuna kadar gitmek. |
59 | (bir işin) ipleri birinin elinde olmak | o işi el altından yönetmek. |
60 | (bir işin) kolayına bakmak (kaçmak) | bir işi yaparken kolay ve kestirme yolu seçmek. |