6001 | izi silinmek | ortadan yok olmak, kaybolmak. |
6002 | izin almak | bir şey yapmak için onay sağlamak. Örn: Biz izin almadan çıkamazdık. -A. Kutlu. |
6003 | izin çıkmak | bir şey yapmada serbest bırakılmak. |
6004 | izin koparmak | güçlükle izin almak. Örn: Kendisi belediyeden birkaç gün izin kopararak onları ziyaret edecekti. -R. N. Güntekin. |
6005 | izine dönmek | esk. bir karar veya yargıdan geri dönmek, bir karardan vazgeçmek, rücu etmek. |
6006 | izine düşmek | av hayvanlarının, gittiği yolu izleyerek arkalarından gitmek. |
6007 | izine uymak | düşünce ve davranışlarını benimsemek. |
6008 | izini kaybetmek | bir kimse hakkında bilgi alamamak. |
6009 | izinli çıkmak | izin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmak. Örn: İlk bakışta bana izinli çıkmış bir hasta bakıcı gibi göründü. -R. N. Güntekin. |
6010 | izinli saymak | 1) izin vermek 2) mec. bir işte ayrı tutmak. |
6011 | izlenim (izlemini) bırakmak (vermek) | etki bırakmak. Örn: Görevlilerin edalı ve dıbır dıbır yürüyüşleri bir geçit töreni izlenimini verir. -S. Birsel. |
6012 | izne çıkmak (ayrılmak) | bir iş yerinde üst makamların onayıyla belli bir süre için görevinden ayrılmak. |
6013 | izole etmek | 1) yalıtmak 2) mec. yalnız bırakmak. |
6014 | izzetinefsine dokunmak | 1) onuruna dokunmak 2) gücüne gitmek. Örn: Terk edilmiş hâli izzetinefsime dokunuyor fakat onu hiç yadırgamıyorum. -A. Ş. Hisar. |
6015 | izzetinefsine yedirememek | onursuz kalmayı kabul edememek, düşkünlüğü veya zavallılığı reddetmek. Örn: Otele gidip de aptalcasına beklemeyi, yürek çarpıntılarıyla kapıyı gözetlemeyi izzetinefsime yediremiyorum. -R. H. Karay. |
6016 | jet gibi | hızla, süratle. Örn: Otomobil önümden jet gibi geçti. |
6017 | jeton geç düşmek | tkz. konuşulan veya sözü edilen konuyu geç anlamak, geç intikal etmek. Örn: Çok lafazan ve bilgisiz ama jeton sizde biraz geç düşüyor anlaşılan. -H. Taner. |
6018 | jigolo tutmak | yaşlı, zengin bir kadın genç bir erkekle ilişki kurmak. |
6019 | jilet atmak | 1) jiletle saldırmak. Örn: İki jilet at, çiçeğe yatmış hasta gibi hurda et yüzünü! -K. Korcan. 2) kendini jiletlemek. |
6020 | jilet gibi | çok keskin. |
6021 | kabadayılık taslamak | kabadayı gibi davranmaya, kabadayı gibi görünmeye çalışmak. Örn: Kaçanın arkasından kabadayılık taslamak pek ayıp olur. -A. Gündüz. |
6022 | kabahat işlemek (etmek) | suç olacak, kusur sayılacak bir iş yapmak. Örn: Bu kabahati işlemiş, bu akşam tütsüyü, şerbeti unutmuştum. -H. R. Gürpınar. |
6023 | kabahati (birinde) bulmak (aramak) | bir kusur, suç aramak. Örn: O, atı kızdırıyor, çileden çıkarıyor diye, bütün kabahati seyisinde buluyordu. -A. Ş. Hisar. |
6024 | kabahati (birine, bir şeye) yüklemek | işlediği bir suçu başkasının üzerine atmak. Örn: Bu işte kabahati sobaya yüklemek lazım geliyor. -S. F. Abasıyanık. |
6025 | kabak (birinin) başına (başında) patlamak | birçok kimsenin ilgili olduğu bir olaydan, yalnızca bir kimse zarar veya ceza görmek. Örn: Kendi yarın cehennem olur gider, kabak bizim başımıza patlar. -R. N. Güntekin. |
6026 | kabak çiçeği gibi açılmak | utangaçlıktan çabucak sıyrılarak aşırı ölçüde serbest davranmak. Örn: Komşular, kabak çiçeği gibi açıldı, ne malmış meğer diyorlardı. -R. H. Karay. |
6027 | kabak gibi | tüysüz, çıplak, her tarafı açık. |
6028 | kabak tadı vermek | aşırı tekrarlanması, sürdürülmesi yüzünden bir şeyden doygunluk, yorgunluk veya bıkkınlık duyarak onu istemez duruma gelmek. |
6029 | kabakulak olmak | kabakulak hastalığına yakalanmak. Örn: Ahmet kabakulak oldu, üç hafta evden dışarıya çıkamadı. |
6030 | kabasını almak | 1) biçim verilecek bir maddenin gereksiz yerlerini gidermek 2) bir yeri veya bir şeyi gelişigüzel, üstünkörü temizlemek. |