| 6181 | kalbi yerinden oynamak (fırlamak) | yüreği yerinden oynamak. Örn: En hafif bir hareketi kalbimizi yerinden oynatmaya yeterdi. -A. Ş. Hisar. |
| 6182 | kalbi yırtılmak | acı duymak. Örn: Koca Ali susar, kalbinin yırtıldığını, kilitlenen çenelerinin çatırdadığını, şakaklarının attığını duyardı. -Ö. Seyfettin. |
| 6183 | kalbine girmek | sevgisini kazanmak. |
| 6184 | kalbine göre | gönlüne göre. Örn: Allah kalbine göre verdi. |
| 6185 | kalbine saplanmak | yüreğine saplanmak. |
| 6186 | kalbini açmak | yüreğini açmak. Örn: Bir gün kalbini İclâl'e açtı. -Ö. Seyfettin. |
| 6187 | kalbini burmak | üzmek, sıkıntı vermek. Örn: Hikâyenin burası kalbimi burdu. -H. E. Adıvar. |
| 6188 | kalbini çalmak | sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek. |
| 6189 | kalbini eritmek | acımasını sağlamak, yumuşatmak. Örn: Edebiyat hocamız Ali Bey'in kalbini eritecek bir konu seçmeli, acıklı bir tarzda yazmalı. -H. E. Adıvar. |
| 6190 | kalbini okumak | birinin duygu ve düşüncelerini, niyetini anlamak. |
| 6191 | kalbiyle konuşmak | düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak. Örn: Bana öyle geldi ki bu adam kafasından ziyade kalbiyle konuşuyor. -R. N. Güntekin. |
| 6192 | kalbur gibi | delikleri olan, delik deşik. |
| 6193 | kalbura çevirmek | delik deşik etmek. |
| 6194 | kalbura dönmek | delik deşik olmak. |
| 6195 | kalburdan geçirmek | kalbur yardımıyla ayırmak, elemek. |
| 6196 | kalburla su taşımak | verimsiz, sonuçsuz bir işle uğraşmak. |
| 6197 | kalburüstü kalmak | kalburüstüne gelmek. |
| 6198 | kalburüstüne gelmek | benzerleri arasında sivrilmiş olmak, seçkin duruma gelmek. Örn: Merkez azaları, âyandan birkaç kişi, mebusların hatırlıları ile ateşlilerden kalburüstüne gelenleri oradaydı. -M. Ş. Esendal. |
| 6199 | kaldı ki | bundan başka, bununla birlikte. Örn: Kaldı ki büyük kızı, üç çocuğunun içinde en akıllı, en parlak olanıydı. -E. Şafak. |
| 6200 | kaldırım çiğnemek | şehirde yaşayarak görgüsü artmak. |
| 6201 | kaldırıma düşmek | 1) önemini, değerini yitirmek 2) ucuz fiyatla sokakta satışa çıkarılmak. Örn: Bastığı hiçbir eser kaldırıma düşmemişti. -Y. Z. Ortaç. |
| 6202 | kaldırımları arşınlamak | işsiz güçsüz dolaşmak. Örn: Kelli felli efendiden adamların hatta sarıklı ulemanın günden güne hırpanileşen kılıklarla, elleri boyunlarında, kaldırımları arşınladıklarını görüyorum. -R. N. Güntekin. |
| 6203 | kale almamak | önem vermemek, hesaba katmamak, sözünü etmeye değer bulmamak. |
| 6204 | kale gibi | 1) çok büyük, sağlam (yapı) 2) mec. kendisine güvenilen güçlü (kimse). |
| 6205 | kalebent etmek | suçluluğu yüzünden mahkûm etmek. Örn: Jön Türklerle alakası var diye, insanı dünyanın öbür ucuna kalebent ediverirler. -S. M. Alus. |
| 6206 | kalem açmak | kalemin ucunu yontup kullanılabilecek bir duruma getirmek. |
| 6207 | kalem kırmak | huk. idam kararı verildiğinde bir daha idam kararı imzalamamak için hâkim kalemini kırmak. |
| 6208 | kalem oynatmak | 1) yazı yazmak. Örn: Namık Kemal'in tek başına kalem oynattığı alanlarda başyazarlar, fıkra yazarları, sanat eleştiricileri yetişir. -N. Cumalı. 2) bir yazıyı düzeltmek 3) bir yazıda değişiklik yapmak. |
| 6209 | kaleme (kaleme kâğıda) sarılmak | hemen yazmaya başlamak. Örn: Hemen kaleme sarıldı. Bir hafta her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi. -H. E. Adıvar. |
| 6210 | kaleme almak | bir konuyu yazı durumuna getirmek, yazıyla anlatmak. |