6211 | kaleme gelmek | yazılabilmek veya anlatılabilmek. Örn: Köyün harman yerinde anlatımı kaleme gelmez bir çalışma var. -F. Otyam. |
6212 | kaleminden çıkmak | herhangi biri tarafından yazılmak. Örn: Kurtuluş Savaşı boyunca ciltler tutacak ölçüde telgraf yazışmaları hep kendi kaleminden çıkmıştır. -N. Cumalı. |
6213 | kaleminden kan damlamak | 1) yazıları acı ve dokunaklı olmak 2) etkili yazmak. Örn: Kaleminden kan damlayan kavgacı yazarları sevmiyordu. -T. Buğra. |
6214 | kalemine dolamak | 1) herhangi bir konuyu sürekli olarak yazmak 2) bir kimseyi sürekli olarak yazılarıyla kötülemek. |
6215 | kalemiyle yaşamak (geçinmek) | geçimini yazılarıyla sağlamak. |
6216 | kaleyi içinden fethetmek | davasını karşı taraftan birinin yardımıyla kazanmak. |
6217 | kalıba dökmek | dökmecilikte erimiş madeni kalıbın içine akıtmak. |
6218 | kalıba vurmak | biçimi bozulmuş bir şeyi düzeltmek için kalıba geçirmek. |
6219 | kalıbı değiştirmek (dinlendirmek) | argo ölmek. Örn: Hekimler epeyce çalıştılar, ilaç verdiler ise de fayda etmedi. Bir hafta sonra kalıbı dinlendirdi. -M. Ş. Esendal. |
6220 | kalıbı kıyafeti yerinde olmak | görünüşü gösterişli olmak. |
6221 | kalıbından utanmamak | dıştan görüntüsünün verdiği etkiyi hiçe saymak. Örn: Yalan söylüyorsun ha bire kalıbından utanmadan, sana inanmıyorum. -K. Korcan. |
6222 | kalıbını basmak | bir şeyi güvenle doğrulamak. Örn: Aklı yerinde ama sabaha çıkamayacağına kalıbımı basarım. -S. F. Abasıyanık. |
6223 | kalıbının adamı olmamak | görünüşünden beklendiği gibi olmamak. |
6224 | kalıp gibi oturmak | giysi, vücuda tam uymak. |
6225 | kalıp gibi serilmek | yorgunluktan upuzun yatmak. |
6226 | kalıp gibi uyumak | kımıldamadan uzun ve derin bir uyku uyumak. |
6227 | kalıp kesilmek | olduğu gibi kalmak. Örn: Lakin sonra mandalın gürültüsü, kanadın gıcırtısını duyunca hemen yerine donmuş, yatmış, kalıp kesilmişti. -R. H. Karay. |
6228 | kalıptan kalıba girmek | çıkar sağlamak için her duruma uymak. |
6229 | kalkıp kalkıp oturmak | öfke, heyecan vb. duygular sebebiyle yerinde duramaz olmak, hop oturup hop kalkmak. |
6230 | kalkışa geçmek | uçak havalanmak için pistten ayrılmak. |
6231 | kalleşlik etmek | 1) sözünde durmayarak döneklik etmek 2) birine gizlice kötülük etmek. |
6232 | kalp (kalbini) kazanmak (fethetmek) | ince bir davranış veya güzel bir sözle birinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek. Örn: Hele düzmece şehzadenin kadife pantolonuyla sivri güzel çehresi derhâl kadının kalbini kazandı. -R. N. Güntekin. |
6233 | kalp (kalbini) kırmak | gönül kırmak. Örn: Hak yemek, kanuna aykırı bir şey yapmak, kalp kırmak korkusuyla bir türlü iş göremezdi. -H. E. Adıvar. Okuyucularımın hakkını yiyor hem de öteki genç okuyucularımın kalbini kırıyorum. -O. V. Kanık. |
6234 | kalubeladan beri | dünya kurulalı beri, çok eskiden beri. |
6235 | kama basmak | hlk. oyunda yenmek. |
6236 | kamanço etmek | yüklemek, aktarmak, elden ele geçirmek. Örn: Bu ödev kendisine kamanço edilen eleştirmen arkadaş... -H. Taner. |
6237 | kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne) | sıkıntı ve tersliklerin üst üste geldiğini anlatan bir söz. |
6238 | kambura vermek | ciltlenecek kitabın sırtını, formalar dikildikten sonra çekiç veya makine yardımıyla yuvarlaklaştırmak. |
6239 | kambura yatmak | ayakta duran birini sırtüstü düşürmek için gizlice arkasında iki büklüm olup eğilmek ve başka birinin onu önden üzerine itmesini sağlamak. |
6240 | kamburu çıkmak | 1) sırtı kambur olmak. Örn: Mavi gözlü, köse, kamburu çıkmış bir ihtiyardı. -Ö. Seyfettin. 2) mec. ihtiyarlamak. Örn: Bir kocakarı gibi kamburu çıkmış. Ne istiyor? -N. Hikmet. 3) mec. eğilerek yapılan işler için çok çalışmış olmak. |