| 6391 | karina etmek | gemiyi karinası ortaya çıkacak biçimde bir yanı üzerine yatırmak. |
| 6392 | karinaya basmak | karina etmek. |
| 6393 | karine ile anlamak | sözün gelişinden çıkarmak. |
| 6394 | karizmayı çizdirmek | argo var olan etkileyiciliğini kaybetmek. |
| 6395 | karman çorman etmek | çok karışık ve düzensiz duruma getirmek. |
| 6396 | karman çorman olmak | çok karışık ve düzensiz duruma gelmek. Örn: İşler gittikçe kızışıyor, hikâyeler gittikçe karman çorman oluyor, hangi sözü kimin söylediği belli olmuyordu. -Y. Kemal. |
| 6397 | karmanyolaya getirmek | soymak. Örn: Sarhoş buldunuz adamı karmanyolaya getireceksiniz. -O. Kemal. |
| 6398 | karnı büyümek | hamile kalmak. Örn: Felaket bununla bitmemiş, üç ay sonra karnı büyümeye başlamış. -H. E. Adıvar. |
| 6399 | karnı tok sırtı pek olmak | geçimi iyi olmak, para sıkıntısı olmamak. |
| 6400 | karnı tok, sırtı pek | geçim sıkıntısı olmayan insanlar için kullanılan bir söz. |
| 6401 | karnı zil çalmak | çok acıkmış olmak. |
| 6402 | karnından konuşmak (söylemek) | 1) işitilemeyecek kadar alçak sesle söylemek 2) uydurarak söylemek. |
| 6403 | karnını doldurmak | 1) çok yemek yemek 2) argo gebe kalmak. |
| 6404 | karşı çıkmak | 1) dışarıdan gelenleri karşılamaya gitmek. Örn: Edirne'nin üç şerefelisi de kandillerden kaftanı ile ona karşı çıkmış. -R. E. Ünaydın. 2) bir düşünceye katılmamak, cephe almak. Örn: Üniversiteyi bitirince isteğimi babama açtım, önce biraz karşı çıkar |
| 6405 | karşı karşıya gelmek | 1) birden karşılaşmak. Örn: Nihayet bir defa, gene dereden köye doğru giderken karşı karşıya gelmeyeyim mi? -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) zıtlaşmak. |
| 6406 | karşı karşıya olmak | yüz yüze gelmek. Örn: Az sonra, şairin çok şairane bir hayretiyle karşı karşıyayız. -C. Meriç. |
| 6407 | karşı koymak | boyun eğmemek. Örn: Yabancının bu kötü kastına yalnız azmimizle karşı koyduk. -R. E. Ünaydın. |
| 6408 | karşı olmak | birine veya bir düşünceye katılmamak, karşıt olmak. |
| 6409 | karşılık vermek | 1) küçük büyüğüne karşı gelmek 2) cevap vermek, yanıt vermek. Örn: Haşarı oğlan bu ağzı bozuk kadına şöyle karşılık veriyordu. -O. C. Kaygılı. |
| 6410 | karşılıkta bulunmak | cevap vermek. Örn: Bunun üzerine Refet Paşa kahkahalarla gülerek bana şöyle bir karşılıkta bulunmuştu. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
| 6411 | karşısına dikilmek | 1) birinin karşısında durmak. Örn: Sizi bucak bucak arayan ölüm, nihayet izinizi bulup karşınıza dikildi mi? -A. N. Asya. 2) karşıt olmak. Örn: Bütün arkadaşlar yarın ele ele vererek karşınıza dikilirler. -H. Topuz. 3) engel olmak. |
| 6412 | kart basmak | işçiler iş yerine giriş ve çıkışta gelip gittiklerini bir makine aracılığıyla belirtmek. |
| 6413 | kart çıkarmak | sp. hakem kural dışı hareket eden oyuncuya cezalandırma amacı ile sarı veya kırmızı kart göstermek. |
| 6414 | kasavet çekmek | üzülmek, tasalanmak. Örn: Dövüşen yiğitler de boyanır kana / Kasavet mi çeker seni doğuran ana -Halk türküsü. |
| 6415 | kasayı devretmek | işletmelerde nöbetleşe çalışan kasadarlar kasa mevcudunu birbirine aktarmak. |
| 6416 | kasım kasım kasılmak | gururlanmak, büyüklük taslamak, büyüklenmek. |
| 6417 | kasıp kavurmak | 1) baskı yaparak veya kıyıcı davranışlarla bir topluluğu ezmek, zulmetmek. Örn: Karaköy civarını kasıp kavuran iki serseri çocuğu enselerinden yakalayıp huzuruna getirmiştim. -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) çok zarar vermek, mahvetmek. Örn: Derhâl asabi, in |
| 6418 | kaskatı kesilmek | aşırı coşku, soğuk, korku, üzüntü vb. etkisiyle hareket edemeyecek, bir şey söylemeyecek duruma gelmek, donup kalmak. Örn: Kaskatı kesilmiş vücudu, suyun hafif akıntısına uyarak yavaş yavaş uzaklaştı. -R. N. Güntekin. |
| 6419 | kasvet basmak (çökmek) | çok sıkılmak, içi daralmak. Örn: Gündüzün bu saatinde, tiyatroya ağır bir kasvet çökmüş. -P. Safa. |
| 6420 | kasvet vermek | sıkıntı vermek. |