6961 | körler mahallesinde ayna satmak | bir şeyi ona gereksinim duymayacak olan çevreye götürmek. |
6962 | körün taşı | rastlantı sonucu birine zarar veren, hesapta olmayan iş. |
6963 | kös dinlemek | türlü olaylar yaşadığı için bilgi ve deneyim sahibi olarak benzer veya daha basit olaylar karşısında aldırış etmemek. Örn: Politikacılar onun olumlu isteklerini kös dinler mi, dinlemezler mi o zaman görürüz. -H. Taner. |
6964 | kösele gibi | çok sert, çiğnenmesi güç, koparılamaz. Örn: Kösele gibi et. |
6965 | kösemenlik etmek | yol göstermek, kılavuzluk etmek. |
6966 | kösenin sakalı gibi | her zaman olduğu gibi kalan, değişikliğe uğramayan. |
6967 | kösteği kırmak | 1) çocuk yürümeye başlamak 2) bağlı bulunduğu yerle ilişiğini kesmek. |
6968 | köstek vurmak | 1) hayvanın ayağına köstek bağlamak 2) mec. kösteklemek 3) sp. güreşte hasmın bir veya iki ayağını sımsıkı yakalamak. |
6969 | köşe bucağa dağılmak | 1) her tarafa yayılmak. Örn: Köşe bucağa dağılmış ürkek hizmetçilerini çağırır. -A. Erhat. 2) darmadağın olmak. |
6970 | köşe bucak kaçmak (saklanmak) | kimseye görünmek istememek. Örn: Anası köşe bucak kaçıyor, tenha bir yer buldukça hıçkırıyordu. -R. Enis. |
6971 | köşe kapmaca oynamak | biri başkasına gidip bulamadığı sırada, o da kendisine gelip bulamamak, birbirini arayıp durmak. |
6972 | köşe tutmak | karışmak, kendini belli etmek, görünmek. Örn: Kemanın ince gıy gıylarına boş mağaralardaki ses akisleri gibi öten pes perdeden bir öksürük köşe tutuyor. -H. E. Adıvar. |
6973 | köşebaşını tutmak | etkili olabilecek en önemli makamda bulunmak veya o yeri ele geçirmek. Örn: Amatör diplomatlar, küme küme köşebaşlarını tutmuş ve bozgunculuk propagandasına girmişti. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
6974 | köşede bucakta kalmak | ilgisizlikten gözden uzakta bulunmak. Örn: Koca Sinan'ın en önemli yapısı bu durumda olursa köşede bucakta kalmış olanlara selam olsun! |
6975 | köşesine çekilmek | toplumdan kaçıp hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak. |
6976 | köşeyi dönmek | 1) hiçbir çaba göstermeden kısa sürede zengin olmak 2) kısa yoldan ve büyük bir emek harcamadan sosyal ve ekonomik güç edinmek. |
6977 | kötek atmak (çekmek) | dövmek, dayak atmak. |
6978 | kötek yemek | dövülmek, dayak yemek. |
6979 | kötü gözle bakmak | 1) bir kimse için iyi olmayan düşünceler beslemek, bunu belli edercesine bakmak. Örn: Tiyatroda kimse kimseye kötü gözle bakamaz. -S. F. Abasıyanık. 2) cinsel duygu ile bakmak. Örn: Ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözl |
6980 | kötü kişi olmak | bazı kimseler birtakım insanların düşmanlığını kazanmak. |
6981 | kötü kötü düşünmek | üzüntülü düşüncelere dalmak. Örn: Ben başladım kötü kötü düşünmeye. -N. Hikmet. |
6982 | kötü olmak | 1) olumsuz bir durum almak 2) beğenilmemek, takdir edilmemek 3) kadın kötü yola düşmek. Örn: En insaflıları biraz acır, ah zavallı kötü oldu, alnının yazısı imiş derler. -Ö. Seyfettin. |
6983 | kötü yola düşmek | kötü kadın olmak. |
6984 | kötü yola sapmak | doğruluktan ayrılıp istenilmeyen ve yanlış işler yapmak. |
6985 | kötü yola saptırmak | kötü yola sürüklemek. Örn: Parmak kadar çocuğu kötü yollara saptıranların kökünü kazırım. -S. Ali. |
6986 | kötü yola sürüklemek | yasa dışı, uygunsuz veya hoşa gitmeyen bir yaşayış içine sokmak. Örn: Kız kardeşini kötü yola sürükledi diye babası reddetmişti. -S. F. Abasıyanık. |
6987 | kötülük etmek (yapmak) | kötü davranmak, zarar vermek. Örn: Kötülük edeni öldürür veya ayetlerin emrettiği cezalardan birini verir. -F. R. Atay. |
6988 | kötürüm olmak (kalmak) | 1) yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyememek. Örn: Mağdurun belinden aşağısını felce uğrattı, bütün hayatı boyunca kötürüm kaldı. -B. Felek. 2) mec. güçsüz kalmak. Örn: Acılıyım karım öleli / Kalmışım yarı kötürüm -B. Necatigil. |
6989 | kötüye çekmek | yanlış, beğenilmeyen bir anlam vermek. Örn: Ne oldu ki Ömer ağa, dedi. Lafımı yanlış anladın, kötüye çektin? -S. F. Abasıyanık. |
6990 | kötüye kullanmak | 1) yetkisini yasalara aykırı yolda kullanmak. Örn: Görevlerini kötüye kullandılar. 2) birinin iyi davranışından istenilmeyen yolda yararlanmak. Örn: O benim dinlemekteki sabrımı, saflığımı kötüye kullandı. -H. R. Gürpınar. |