7501 | metanet göstermek | kötü bir duruma katlanmak, dayanmak. |
7502 | meteliğe kurşun atmak | parası kalmamak. |
7503 | metelik etmez | çok değersiz anlamında kullanılan bir söz. Örn: Gözümde, milyonu olsa da kalp para ile metelik etmez. -S. F. Abasıyanık. |
7504 | metelik vermemek | değer ve önem vermemek, umursamamak, aldırış etmemek. Örn: Orayı gördükten sonra ben, gayri dünyanın hiçbir tarafına metelik vermem. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
7505 | metres tutmak | metresle yaşamak. |
7506 | mevkisi olmak | bir işte önemli bir makamda bulunmak. |
7507 | mevlasını bulmak | istediğine erişmek. |
7508 | mevzuya girmek | asıl konuyu ele almak. |
7509 | meyanesi gelmek | helva vb. kıvamına gelmek. |
7510 | meydan (birine veya bir şeye) kalmamak | fırsat bulamamak. Örn: Bu beladan kurtulabilmek için bir çare düşünmeye meydan kalmadan Ali, bir gece kasabaya girdi. -M. Ş. Esendal. |
7511 | meydan açmak | sebep olmak. Örn: Bu hareket, daha ileride kim bilir ne boğuşmalara meydan açacaktır? -R. N. Güntekin. |
7512 | meydan almak | esk. gelişmek, yayılmak, geniş ölçüde olmak. |
7513 | meydan bırakmamak | fırsat vermemek. Örn: Ona ağız açmaya meydan bırakmadım. -R. N. Güntekin. |
7514 | meydan bulamamak | fırsat bulamamak. |
7515 | meydan dayağı atmak | kalabalık içinde iyice dövmek. |
7516 | meydan dayağı yemek | kalabalık içinde iyice dayak yemek. Örn: Vallahi meydan dayağı yesem bu kadar perişan olmazdım. -R. N. Güntekin. |
7517 | meydan okumak | korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek, kavga veya yarışmaya çağırmak. Örn: Hülasa yüz türlü yüzmek bilir, dalgıçlara meydan okurdu. -R. H. Karay. |
7518 | meydan vermemek | kötü bir durumun gerçekleşmesi için imkân veya zaman bırakmamak. Örn: Sonra sultanın cevabına meydan vermeden döndü. -Ö. Seyfettin. |
7519 | meydana atmak | ortaya çıkarmak. |
7520 | meydana çıkarmak | 1) açıklığa kavuşturmak, ortaya çıkarmak, belli etmek. Örn: Marifetlerini birer birer meydana çıkarıyor. -R. H. Karay. 2) bularak ortaya çıkarmak. |
7521 | meydana çıkmak | 1) ortaya çıkmak, görünmek. Örn: İşte Galip, böyle bir muhitte herkesi şaşırtan büyük bir kabiliyetle meydana çıkıverdi. -A. H. Çelebi. 2) belli olmak. Örn: Şafak serinliği içinde onun yükselmesini seyrederken ilk tahminimizde yanılmadığımız meydana |
7522 | meydana dökmek | hepsini sergilemek, ortaya dökmek. |
7523 | meydana düşmek | bir iş yapmak için kendini ortaya atmak. |
7524 | meydana gelmek | 1) olmak, oluşmak. Örn: Kum tanelerinden meydana gelen yazıları okumaya çalışan Bünyamin bir hayli zorlandı. -İ. O. Anar. 2) ortaya çıkmak. Örn: Müspet ve realist ilmî araştırmaların meydana gelebilmesi için istatistik bir zarurettir. -N. Hikmet. |
7525 | meydana getirmek | olmasını sağlamak, oluşturmak. Örn: Yaşlandıkça gençleşen bir adam yalnız verdiği eserlerden değil bundan sonra meydana getireceklerinden dolayı mühimdir. -İ. A. Gövsa. |
7526 | meydana koymak | yapıp ortaya çıkarmak, göstermek. |
7527 | meydana vurmak | belli etmek, ortaya çıkarmak. Örn: Beşikten beri ruhlarına akıtılan düşmanlığı meydana vurmak için tam fırsatı bulmuşlardı. -Ö. Seyfettin. |
7528 | meydanda bırakmak | 1) açıkta, evsiz barksız bırakmak 2) ortada, herkesin gözü önünde bırakmak. |
7529 | meydanı (birine veya bir şeye) bırakmak | 1) savunduğu şeyden vazgeçmek. Örn: Çok güzel görünen bir şey var ki o da iki tarafın da meydanı bırakıp kaçmamalarıdır. -M. Ş. Esendal. 2) yarışmadan çekilmek. |
7530 | meydanı boş bulmak | kendisini engelleyecek kimse görmeyerek aşırı davranışlarda bulunmak. |