7651 | mürekkebi kurumadan bozmak | kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından çok kısa süre sonra bozmak. |
7652 | mürekkep yalamak | çok okumuş, yazmış olmak. Örn: Herhâlde aile terbiyemin, görgümün ve az buçuk mürekkep yalamış olmamın da bu Tanrı vergisini beslemekte tesiri olacaktır. -R. N. Güntekin. |
7653 | mürekkep yalamış | öğrenim görmüş, kültürlü. Örn: Şöyle az buçuk mürekkep yalamış bir insanı böylesine üç nutuk çılgına döndürür. -S. F. Abasıyanık. |
7654 | mürüvvetini görmek | anne ve baba çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak. Örn: Ne kaldı şurada alnımızın akıyla ilk torunumun mürüvvetini görmeye? -A. Ağaoğlu. |
7655 | müsaade etmek (buyurmak) | 1) izin vermek. Örn: Hiçbir şey söylemesine müsaade etmedim, gayet haşin, çok sert davrandım. -E. İ. Benice. 2) geçiş için yol vermek, yol açmak 3) elverişli, uygun olmak. |
7656 | müsabakaya girmek | yarışmak, yarışmaya katılmak. |
7657 | müsadere etmek | zor alıma çarpmak. |
7658 | Müslüman mahallesinde salyangoz satmak | körler mahallesinde ayna satmak. |
7659 | müstahak olmak | hak kazanmak, layık olmak. Örn: Sen bu akıbete iki defa müstahak olmuşsun çocuğum. -R. N. Güntekin. |
7660 | müşahede altına almak | sürekli gözlem altında bulundurmak. |
7661 | müşkülat çekmek | zorluk, güçlük içinde kalmak. Örn: Görüyorsunuz ki cevap vermekte müşkülat çekiyorsunuz. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
7662 | mütalaa yürütmek | herhangi bir görüş üzerinde ayrıntılarıyla düşünce üretmek. |
7663 | mütalaada bulunmak | görüş veya düşünce ileri sürmek. |
7664 | mütekabiliyet esası üzerine | karşılıklı olarak. |
7665 | müze gibi | eski ve değerli eşyaları olan (yer). |
7666 | müzevirlik etmek | söz getirip götürmek, ara bozmak. |
7667 | nabız almak | nabzını saymak. |
7668 | nabız yoklamak | nabzını yoklamak. |
7669 | nabzı atmak | 1) kalp vuruşu sürmek 2) mec. ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak. Örn: Viyana'da hayat sevincinin nabzı kahvelerde atar. -H. Taner. |
7670 | nabzı durmak | ölmek. Örn: Nabzı durdu, nefesi durdu galiba. -Y. Z. Ortaç. |
7671 | nabzını saymak | bir dakikadaki kalp atışını saymak. Örn: Sonra bileğini avucumun içine alarak nabzını sayıyorum. -R. N. Güntekin. |
7672 | nabzını tutmak | 1) nabzını saymak için bileğini tutmak. Örn: Doktor, hallacın yanına vardı. Nabzını tuttu. -S. F. Abasıyanık. 2) mec. düşüncesini, niyetini, eğilimini anlamaya çalışmak. |
7673 | nabzını yoklamak | 1) niyetini, düşüncesini, eğilimini anlamaya çalışmak. Örn: Milletin sesini işitmek, nabzını yoklamak, meselesini ve durumunu kaynakta öğrenmek istiyordu. -T. Buğra. 2) düşünce, niyet ve eğilimi anlamak için ön araştırma yapmak. |
7674 | naçar kalmak | çare, çıkar yol bulamamak. Örn: Bu eski kafanın nasihatlerinden yıldığı için pek naçar kaldığı anlarda bu kapıyı çalar. -H. R. Gürpınar. |
7675 | nadasa bırakmak (yatırmak) | tarlayı ekmeyip bırakmak. |
7676 | nafaka bağlanmak | yasaca, bakılması zorunlu olan kişiye mahkeme kararıyla evlat, koca gibi bir kimsenin, geçim parası vermesini sağlamak. |
7677 | nağme yapmak | tkz. 1) bildiği bir şeyi bilmez görünmek 2) bahane ileri sürmek. |
7678 | nal deyip mıh dememek | bir düşüncede direnmek. |
7679 | nal toplamak | 1) at, yarışta sonlara kalmak veya sonuncu olmak 2) mec. herhangi bir alanda geride kalmak. |
7680 | nalıncı keseri gibi kendine yontmak | yaptığı işlerde hep kendi çıkarını düşünmek. |