7831 | nihayete ermek | sona varmak, sonuçlanmak, bitmek. Örn: Geçirmiş olduğum elim sergüzeştin ve sefaletin nihayete ermiş olduğu bir gündü. -Y. K. Beyatlı. |
7832 | nikâh düşmek | birbiriyle evlenmelerine yasal yönden veya örf bakımından engel bulunmamak. Örn: Ben kardeşinin yavuklusuyum, sana nikâh düşmez, cevabını alırdı. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
7833 | nikâh kıymak | nikâh memuru kanuna göre çiftlerin karı koca olduklarını bildirmek. |
7834 | nikâh koymak | nikâhlamak. Örn: Sana derim, güzel eltim, sen bu kızına tez vakitte nikâh koy! -T. Buğra. |
7835 | nikâh tazelemek | 1) boşandığı kişiyle yeniden evlenmek 2) mec. bir işe yeniden başlamak. |
7836 | nimet bilmek | bir şeyi lütuf kabul etmek. Örn: Çaylarımıza koşarlar, evimize davet edilmeyi nimet bilirler, etrafımızda dolaşırlar. -H. C. Yalçın. |
7837 | nimeti ayağıyla tepmek | kısmetini ayağıyla tepmek. |
7838 | nispet etmek | eşit tutmak, oranlamak. |
7839 | nispet kabul etmemek | eşit tutmamak, oranlamamak. |
7840 | nispet vermek (yapmak) | karşısındakini kızdırmak için ona gösteriş yapmak. Örn: Yolun ortasında bir kolunu belime dolayarak bana şöylece nispet vermesin mi? -O. C. Kaygılı. |
7841 | nispeti olmak | ilgisi olmak, bağlantısı olmak. |
7842 | nişan almak | 1) bir hedefi vurmak için ateşli silahlara gerekli doğrultuyu vermek, gezlemek. Örn: Tabancasını kılıfından çıkarmış ve nişan almak üzereydi. -A. Gündüz. 2) kendisine nişan verilmek. Örn: Doktor, Türk ordusunda çalıştığını, üniformamızı taşıdığını, n |
7843 | nişan takmak | 1) nişanlanan çiftin nişan yüzüklerini parmaklarına geçirmek. Örn: Birkaç gün sonra akrabalarımıza bir davet vereceğiz. Nişan takacağız. -R. N. Güntekin. 2) göğsüne nişan iliştirmek. |
7844 | nişanı (nişanını) atmak (bozmak) | kadın veya erkek nişandan vazgeçmek. Örn: Eğer nişanını bozduysa yazıklar olsun. -M. Ş. Esendal. |
7845 | niyet çekmek | niyetçiden niyet adı verilen fal kâğıdı almak. Örn: Birisi niyet çeksin de biz de bir lokma bir şey yiyelim diye bekleşiyorlar. -S. F. Abasıyanık. |
7846 | niyet tutmak | fala bakılırken olması istenilen şeyi aklından geçirmek. |
7847 | nohut oda, bakla sofa | bir evin küçüklüğünü ve darlığını anlatmak için söylenen bir söz. Örn: Nohut oda, bakla sofa, bizim de evimiz olacak diye mırıldandı. -H. Taner. |
7848 | noksan bulmak | beğenmemek, uygun bulmamak. Örn: Eniştem zaten bizim terbiye ve tahsilimizi birçok bakımdan noksan bulurdu. -A. Ş. Hisar. |
7849 | nokta koymak | 1) gereken yerde nokta işaretini kullanmak 2) mec. bir işi bitirmek, tamamlamak 3) mec. son noktayı koymak. |
7850 | noktasına virgülüne dokunmadan | 1) olduğu gibi 2) hiçbir müdahale olmadan. |
7851 | nostalji uyandırmak | özlem duygusu canlandırmak. Örn: İlkokulu, liseyi birlikte okuduk, belki onda nostalji uyandırıyorum. -İ. Aral. |
7852 | not almak | 1) biri konuşurken onun söylediklerini yazmak. Örn: Not alıyorum, Türkçeye mısra mısra hemen tercüme ediyorum. -R. H. Karay. 2) bir şeyi başlıca noktalarını özetleyerek yazmak 3) öğrenci, iyi veya kötü numara, derece almak 4) mec. bir şeyin niteliğiyle |
7853 | not atmak | öğretmen, öğrencinin çalışma durumunu not vererek değerlendirmek. |
7854 | not düşmek | not yazmak. Örn: Cevdet Paşa tezkeresine şöyle bir not düşmek zorunda kalır. -S. Birsel. |
7855 | not etmek | not olarak yazmak, kaydetmek. Örn: Bunu not edin de unutmayın. |
7856 | not kırmak | 1) verilen notu düşürmek, azaltmak 2) az not vermek. |
7857 | not tutmak | biri söz söylerken başkası onun söylediklerini yazmak. Örn: Benim sınıfta tuttuğum notları alır, sınavlara öyle hazırlanırdı. -A. Ümit. |
7858 | not vermek | 1) bir şeyin değeri üzerinde olumlu veya olumsuz bir kanıya varmak 2) öğrencinin bilgisini bir sayı veya derece ile belirlemek. |
7859 | nöbet beklemek (tutmak) | 1) asker, polis vb. bir yeri, bir kimseyi, bir aracı gözetlemek, korumak gibi amaçlarla bulunduğu yerden belli bir süre ayrılmamak. Örn: Kazığın yanında mızraklı bir asker nöbet beklesin! -N. F. Kısakürek. 2) kurum ve kuruluşlarda işlerin aksamadan yür |
7860 | nöbet çalmak | belli zamanlarda mızıka çalmak. |