8011 | oruç yemek | oruç tutmamak. |
8012 | Osmanlı tokadı atmak | 1) bir kimseye sert ve etkili bir biçimde tokat atmak 2) mec. sert ve etkili bir biçimde uyarmak 3) mec. bir kimseye üstünlüğünü kabul ettirmek. |
8013 | Osmanlı tokadı yemek | 1) sert ve etkili bir biçimde tokat atılmak 2) mec. sert ve etkili bir biçimde uyarılmak 3) mec. bir kimsenin üstünlüğünü kabul etmek. |
8014 | ot gibi | 1) bilgisiz, görgüsüz, değersiz olan 2) amaçsız, zevk almadan (yaşamak). |
8015 | ot gibi yaşamak | amaçsız, beklentisiz gün geçirmek. |
8016 | ot tutunmak | vücuttaki istenmeyen kılları düşürmek için ilaç sürünmek. |
8017 | otomatiğe almak (bağlamak) | kendi kendine yeniden düzene sokmak. |
8018 | otomatiğe geçmek | otomatik olarak çalışmaya başlamak. |
8019 | otorite sağlamak (temin etmek) | yetki kurmak veya yetki sahibi olmak. Örn: Reisleri de tam bir otorite temin etmiş olduğunu her vesile ile belli ediyordu. -E. İ. Benice. |
8020 | oturup kalkmak | hareket etmek. Örn: Daha ilk gecesinden karı lafı ile oturup kalkmaya başlarsa konu nereye varır? -M. Ş. Esendal. |
8021 | otuz iki dişe keman çaldırmak | içecek çok soğuk olmak. |
8022 | oy vermek (kullanmak) | herhangi bir konuya ait tercihini belirtmek, rey vermek. Örn: Yıllardır, kime oy verdiğini bile bilmiyorsunuz. -A. Ağaoğlu. |
8023 | oya gibi | ince, güzel, zarif. Örn: Kadın fevkalade nazik ve güzel, çocuklar oya gibi idiler. -S. F. Abasıyanık. |
8024 | oya koymak (sunmak) | bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, sağlamak. |
8025 | oydaş olmak | aynı düşüncede, aynı inançta olmak. Örn: Benimle oydaş olmayan başka gazeteci. -F. R. Atay. |
8026 | oylamaya geçmek | oy verme işlemine başvurmak. |
8027 | oylamaya koymak | bir toplantıdaki oy sayısını belirlemek, oy verilmesini istemek, oya sunmak. |
8028 | oyun almak | oyunda kazanmak, sayı sahibi olmak. |
8029 | oyun bağlamak | sp. güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek. |
8030 | oyun bozmak | 1) tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, planları altüst etmek. Örn: Ömer de bizimle idi ama oyunumu bozacağı için sana yüzünü göstermemiştim. -R. H. Karay. 2) mızıkçılık etmek. |
8031 | oyun çıkarmak | sp. oyun oynamak. Örn: Millî takım güzel bir oyun çıkardı. |
8032 | oyun kurmak | sp. 1) bir yarışmayı kazanmak için belirli bir taktik uygulamak 2) mec. hile yapmak. |
8033 | oyun oynamak | 1) birini aldatmak, kandırmak. Örn: Üç aydan beri bana mütemadiyen aynı oyunu oynuyorsunuz. -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. hile yapmak. |
8034 | oyun vermek | oyunda kaybetmek. |
8035 | oyun yapmak | sp. 1) güreşte rakibe oyun uygulamak 2) mec. hile yapmak. |
8036 | oyuna çıkmak | oyun için sahneye çıkmak. Örn: Ben ilk defa oyuna çıkıyorum, beyefendi de gelmiş burada allık pudra sürüştürüyor. -T. Buğra. |
8037 | oyuna gelmek | aldatılmak. Örn: Bir oyuna geldin, onuruna yediremiyorsun. -H. Taner. |
8038 | oyuna getirmek | birini tuzağa düşürmek, aldatmak. Örn: Orada da Arif denilen hergele bizi oyuna getirdi. -M. Ş. Esendal. |
8039 | oyuna kurban gitmek | bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak. Örn: Yakalanan bir komşunun garazına yahut bir el birliğine yahut da bir oyununa kurban gitmiştir. -S. F. Abasıyanık. |
8040 | oyunu almak | oyunu kazanmak. |