8281 | paydos demek | yapılmakta olan bir işi bırakmak. |
8282 | paye vermek | değer, önem vermek. Örn: Onlar, bize bir esirden fazla paye vermemek fikrindedirler. -H. C. Yalçın. |
8283 | payına düşmek | bölüşmede hisse ayrılmak, belirli bir bölüm verilmek. Örn: Uşak'a kadar yirmi beş otuz esir de bizim payımıza düştü. -A. Gündüz. |
8284 | payını almak | 1) kendine ayrılanı almak. Örn: İnsan için bunları bilmek, bunların seyrine dalmak, bunlarla yetinmek, bunlarla gülüp bunlarla sevişmek varken ve bu Tanrı ihsanı nimetlerden herkesin kendi payını alması kabilken... -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. azarlan |
8285 | payidar kalmak (olmak) | kalmak, yok olmamak, yaşamak. Örn: Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. -Atatürk. |
8286 | pazar kayığı gibi | çok yüklenmiş (taşıt). |
8287 | pazar ola! | satıcılara satışın bol olsun anlamında söylenen bir iyi dilek sözü. |
8288 | pazara çıkarmak | satılığa çıkarmak. |
8289 | pazarlığa girişmek | pazarlık yapmaya başlamak. Örn: ... pazarlığa girişmez, müşterileri ne verirse alırdı. -Ö. Seyfettin. |
8290 | pazarlığı pişirmek | pazarlıkta uyuşma sağlayacak duruma gelmek. Örn: Ne olacak efendim! Pazarlığı pişirdiler. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
8291 | pedavra gibi | kaburga kemikleri sayılacak kadar zayıf (kimse). |
8292 | pedavrası çıkmış | pedavra gibi. |
8293 | pek söylemek | kırıcı ve sert konuşmak. |
8294 | peklik çekmek | sürekli olarak güçlükle büyük abdest bozmak. |
8295 | pelte gibi | 1) çok gevşek 2) çok yorgun. |
8296 | pencere açmak | görüş açısı kazandırmak. Örn: Bir insana bir şey öğrettiğiniz, ona yeni bir pencere açtığınız zamanki o parlayan bakışlar var ya, hocanın en büyük mükâfatı budur. -H. Taner. |
8297 | pençe atmak | 1) yırtıcı hayvan ön ayaklarıyla saldırmak, vurmak. Örn: Aslan bir pençe atarak soysuz köpeğin kemiklerini kırmış. -F. R. Atay. 2) mec. gücüne güvenerek bir şeyi elde etmeye çalışmak. Örn: Bilirim atarsın bana pençeni / Nefsine kahretmek istedikçe se |
8298 | pençe vurmak | 1) pençelemek 2) ayakkabıya pençe çekmek. |
8299 | perdah çekmek | sakalı bir daha ve kıl çıkışının ters yönünde olmak üzere tıraş etmek. |
8300 | perdah vurmak (etmek) | parlatmak. |
8301 | perde çekmek | 1) bir şeyin önüne perde germek 2) gözlemek, örtmek. |
8302 | perde inmek | 1) hlk. gözde katarakt olmak 2) hlk. gizlemek, örtmek 3) bir tiyatro oyunu bitmek. |
8303 | perde kurmak | Karagöz oyununa başlamak. |
8304 | perdelerini açmak | tiyatro yeni mevsimde temsillerine başlamak. Örn: Tiyatro topluluğu 'Kaos' adlı oyunla perdelerini ilk kez açmıştı. -A. Cemal. |
8305 | perdelerini kapamak | tiyatro tamamen kapanmak. |
8306 | perende atmak | havada çark gibi dönerek takla atmak. Örn: Ali çocuk gibi perendeler atarak otlarla, yamaçlarla sarmaş dolaş oluyordu. -Halikarnas Balıkçısı. |
8307 | peresesine getirmek | tam sırasını, uygun zamanını bulmak, biçimine getirmek. |
8308 | pereseye almak | bir işi düşünmek, göz önüne almak. |
8309 | pergelleri açmak | tkz. uzun adımlarla yürümek. Örn: Kalem Şakir düştü peşine, öylesine açmıştı ki pergelleri, koridorun ortasında yakaladı. -R. Ilgaz. |
8310 | perhiz yapmak (etmek) | sağlığı korumak veya düzeltmek amacıyla özel bir beslenme düzeni uygulamak. Örn: Fiyatlar o kadar yükseldi ki perhiz eder gibi yediğim hâlde, yine her yemek bir buçuk lirayı geçmeye başladı. -Ö. Seyfettin. |