8461 | rapor almak | 1) hasta olup olmadığını belirlemek amacıyla herhangi bir sağlık kuruluşundan belge almak 2) sorumluluğu altındakilerden herhangi bir konuda bilgi almak. |
8462 | rapor etmek | rapor vermek. Örn: İşçileri ariz amik inceleyip rapor edecek. -A. İlhan. |
8463 | rapor vermek | herhangi bir konuda yapılan inceleme, araştırma sonucu düşünce veya gözlemleri bildirmek. |
8464 | rast gele! | işiniz rast gitsin anlamında kullanılan bir söz. |
8465 | rast gelmek | 1) düşünmediği, ummadığı hâlde karşılaşmak, rastlamak, tesadüf etmek. Örn: Fukara bir denizciye rast gelirsen süngerlerimden birkaç tanesini ona ver, gönlünden koparsa. -Halikarnas Balıkçısı. 2) düşünmediği veya düşülmediği hâlde payına düşmek. Örn: K |
8466 | rast getirmek | 1) rast gelmesini sağlamak. Örn: Üç kurşun attı, ikisini rast getirdi. 2) kollamak, seçmek. Örn: Neşeli bir anında rast getirip dilediğimi söyledim, hemen kabul etti. 3) aranmakta olan bir şeyi veya kimseyi umulmadık bir yer ve zamanda bulmak 4) Tanrı, |
8467 | rast gitmek | uygun düşmek, istenilen biçimde gelişmek. Örn: İşi rast gidiyor. |
8468 | rastık çekmek | rastık sürmek. |
8469 | raydan (rayından) çıkmak | düzeni bozulmak, altüst olmak. |
8470 | rayına girmek | bir iş, bir girişim düzene sokulmak, iyi bir duruma getirilmek. |
8471 | rayına oturtmak | bir işi yoluna, yöntemine koymak, düzgün işler duruma getirmek. |
8472 | razı etmek | kabul ettirmek. Örn: Yalvardı yakardı, beni, fabrikayı beklemeye razı etti. -S. F. Abasıyanık. |
8473 | razı olmak (gelmek) | uygun bulmak, beğenmek, benimsemek, istemek, kabul etmek. Örn: Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle varmaya belki razı olurum. -H. R. Gürpınar. Her akşam, üstlerinin aranmasına razı gelecek on işçi daha aldı. -L. Tekin. |
8474 | reaksiyon göstermek | tepkimek. Örn: Çok ani, hemen hiç düşünmeden reaksiyon gösterdim. -E. Işınsu. |
8475 | reçete gibi | 1) okunaksız (yazı) 2) kesin yargı ve çözüm bildiren. Örn: Reçete gibi kati ve veciz bir beyit ki dört kelime ile bu derdin devasını söylüyor. -R. N. Güntekin. |
8476 | reçete yaptırmak | reçetede yazılı olan ilaçları hazırlatmak veya satın almak. Örn: Tramvay caddesine çıktı, bir eczaneye girdi, reçete yaptırdı. -T. Buğra. |
8477 | rehavet çökmek (basmak) | gevşeklik, ağırlık duymak ve uyumak istemek. Örn: Bütün asabıma bir rehavet çöktü, gözlerim kapandı. -N. Hikmet. |
8478 | rehin almak | bir anlaşma, sözleşme veya isteğin yerine getirilmesini sağlamak için bir kimseyi alıkoymak. |
8479 | rehin etmek | rehin olarak vermek. |
8480 | rehin vermek | tutuya bırakmak. Örn: Hacı'dan gereken şunu bunu alarak toprağın şu parçasını, o parçasını rehin verdik -Halikarnas Balıkçısı. |
8481 | rehine koymak (vermek) | tutuya koymak. Örn: Beş lira için ananın saatini rehine koyduğunu unuttun mu? -H. R. Gürpınar. |
8482 | reklam etmek | herhangi bir kimseyi veya olayı, durumu açığa vurmak, ilan etmek, afişe etmek, ifşa etmek. |
8483 | reklam yapmak | her türlü aracı kullanarak bir şeyi halka tanıtmak, ünlenmesini sağlamak. Örn: Sizin için geniş bir reklam yapacağım, adımı ortaya koyacağım. -T. Buğra. |
8484 | rekor kırmak | 1) eski rekoru aşıp yeni, üstün bir sonuç elde etmek 2) daha iyi bir derece elde etmek. Örn: Tam en az elli bin satıp rekor kıracak. -A. Gündüz. |
8485 | remil atmak (dökmek) | kumda birtakım çizgiler çizerek fala bakmak. Örn: Ondan sonra bakıcı hoca remil atsa nerede olduğumu bulamaz. -H. R. Gürpınar. |
8486 | rengi atmak (kaçmak, uçmak) | 1) solmak. Örn: Rengi uçmuş kenarları yenmiş ... bir fotoğrafı var. -A. Ş. Hisar. 2) korku, heyecan vb. sebeplerle benzi sararmak. Örn: Kadınlar da bu defa Tevfik'i dükkânın kapısında yakaladılar, aynı şeyi ona açtılar, Tevfik'in rengi uçtu, dudaklar |
8487 | rengini belli etmek | yandaşlığını açıklamak, düşüncesini, eğilimini açığa vurmak. Örn: Rengimizi belli etmenin sorumluluğunu her an taşıyabilmek durumundayız. -A. Cemal. |
8488 | renk almak | yeni bir renk kazanmak. |
8489 | renk vermek (katmak) | 1) çamaşır rengi solmak 2) neşe, canlılık veya değişiklik kazandırmak. Örn: Bembeyaz bulutlar kırmızılaştı / Sonra yavaş yavaş deminki renksiz / Göklere renk veren bir ziya taştı / Açılırken hülyalı enginlere biz -N. Hikmet. 3) açık etmek. Örn: O fır |
8490 | renk vermemek | duygularını, düşüncelerini veya başka bir durumunu belli etmemek, bir şeyi bildiği hâlde bilmez gibi görünmek. Örn: Şaşırmış gibi yüzüme bakıyor ama renk vermiyor. -A. Ümit. |