8641 | sakalı değirmende ağartmak | yıllar pek çok deneyim kazandırmış olmak. |
8642 | sakalı ele vermek (kaptırmak) | başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek. Örn: Yumuşak durmak, yalvarmak, sakalı ele vermek demektir, sonra artık evin idaresi ne olacak? -M. Ş. Esendal. |
8643 | sakalı saydırmak | saygınlıktan düşmek. |
8644 | sakalına ak (kır) düşmek | sakalı ağarmaya başlamak, yaşlanmak. Örn: Düşük siyah bıyıklarına, sakalına pek az kır düşmüş olan Selim Paşa, karısından çok genç görünüyordu. -H. E. Adıvar. |
8645 | sakalına göre tarak vurmak | birinin hoşlanacağı biçimde konuşmak veya davranmak. Örn: Sakalına göre tarak vurdum. Oğlunun çok selamı var, dedim. Tarla icarlarını toplar, kendi elleriyle verir, dedim. -O. Kemal. |
8646 | sakalına kar yağmak | sakalı aklaşmaya başlamak. |
8647 | sakata gelmek | argo tuzağa düşmek. |
8648 | sakın ha! | yapma, yapmaktan çekin anlamında, yapılması istenmeyen bir davranışa engel olmak için söylenen bir söz. |
8649 | sakınması olmamak | 1) korkusu, çekinmesi olmamak 2) incelik kurallarına, saygıya aldırmadan davranmak. |
8650 | sakız gibi | 1) çok temiz, çok beyaz. Örn: Kız kucağında hiç kullanılmamış, sakız gibi bir çamaşır sepeti ile çadırdan çıktı. -O. C. Kaygılı. 2) ayrılmak bilmez, yapışkan. |
8651 | sakit kalmak | söz söylemesi gerekirken susmak. |
8652 | sala vermek (okumak) | 1) minarelerde, salat okuyarak cuma namazını haber vermek. Örn: Safa, küçük, çarpuk çurpuk vücudu, koca kafası, minarede sala verir gibi etrafa çınlayan sesiyle konağın imamı Şadan Molla'yı hatırlatıyordu. -H. E. Adıvar. 2) bir kimsenin ölümünü, minare |
8653 | salah bulmak | düzelmek, iyileşmek, onmak. |
8654 | salapurya gibi | çok büyük olan veya ayağa büyük gelen (ayakkabı). |
8655 | salavat getirmek | 1) Hz. Muhammed'e saygı bildirmek için dua okumak 2) tehlikeli bir durumda dua okumak. |
8656 | saldırıya uğramak | saldırı karşısında kalmak, tecavüze uğramak. |
8657 | sallantıda bırakmak | bir şeyi sonuca bağlamamak, savsaklamak. |
8658 | salma gezmek (dolaşmak) | başıboş hayvan gibi dolaşmak. Örn: Ne olacak çobansız köyde kurtlar boş oturacak değil ya işte böyle salma dolaşırlar. -R. Akyavaş. |
8659 | salma salmak | genellikle köylerde işlerin görülmesi için ihtiyar heyetinin kararıyla her evden para toplamak. |
8660 | salta durmak | köpek arka ayakları üzerine kalkmak. |
8661 | saltanat sürmek | 1) hükümdarlık etmek 2) bolluk içinde yaşamak. |
8662 | salto atmak | rakibe salto oyunu uygulamak. |
8663 | saman alevi gibi | birden parlayıp arkasından hemen yatışan. |
8664 | saman altından su yürütmek | belli etmeden iş çevirmek, ortalığı karıştırmak. Örn: Saman altından su yürüten, ürkek, kaypak görünüşlü insanoğlunu tanımışlığı var. -Y. Kemal. |
8665 | saman gibi | tatsız, yavan. Örn: Saman gibi bir yaşamdı günlük yaşamım ama her şey dışarıdan bakılınca hiç de kötü değildi. -E. Bener. |
8666 | sana yalan, bana gerçek | söylediğim şeyi sen bilmiyorsun ancak doğrudur, ben biliyorum anlamında kullanılan bir söz. |
8667 | sancak göstermek | den. gemi, ulusunu belirten sancağını göndere çekmek. |
8668 | sancısı tutmak | 1) birdenbire ve şiddetli bir ağrı gelmek. Örn: İlk kum sancısının nasıl tuttuğunu nakledecekmiş. -S. M. Alus. 2) mec. tedirgin olmak. |
8669 | sandığa gitmek | 1) seçim kararı almak 2) oy kullanmak. |
8670 | sandığa gömmek | seçimde ağır yenilgiye uğratmak. |