| 9421 | takas tukas etmek | değiştirmek. |
| 9422 | takat getirmek | dayanmak, katlanmak. |
| 9423 | takati kalmamak (kesilmek) | gücü azalmak, bitmek. Örn: Sonra, artık takati kesilmiş gibi kendini bıraktı. -R. N. Güntekin. |
| 9424 | takati yetmemek | gücü yeterli olmamak. Örn: Günahlarımızın icmaline gelince ben tutamam, takatim yetmez. -A. İlhan. |
| 9425 | takatsizlik duymak | güçsüz ve kuvvetsiz kaldığını anlamak. Örn: Yere uzanmak isteyecek kadar vücudunda takatsizlik duyuyordu. -P. Safa. |
| 9426 | takılı kalmak | bir iş bitmemek. Örn: Bütün dava şimdi Trakya'daki bu sınırlama keyfiyetine takılı kalmıştı. -A. N. Karacan. |
| 9427 | takılıp kalmak | herhangi bir noktadan ayrılamamak. Örn: Duygularının bilmecesini filan çözmüş değildir. O duyguların abecesinde takılıp kalmıştır. -S. İleri. |
| 9428 | takım tutmak | spor takımlarından birini desteklemek. |
| 9429 | takıp takıştırmak | özenerek süslenmek. Örn: Kız, kalk giyin, tak takıştır, diyor. -H. E. Adıvar. |
| 9430 | takibe vermek | banka, alacağını hukuki yoldan tahsil edilebilmek için işi avukata havale etmek. |
| 9431 | takla atmak | 1) takla hareketini yapmak. Örn: Adam o kadar kederli, o kadar meyustu ki takla atıp ney çalan kambur cüceler bile onu güldürmeyi başaramamıştı. -İ. O. Anar. 2) mec. çok sevinmek. Örn: Biz senin yaşındayken iki altına takla atardık. -F. R. Atay. 3) |
| 9432 | takla attırmak | 1) bir şeyi dilediği gibi beceriyle kullanabilmek. Örn: Sizin için Türkçenin cambazıdır, kafiyelere taklalar attırır, dedi. -Y. Z. Ortaç. 2) birine istediği her şeyi yaptırmak. |
| 9433 | taklidini yapmak | 1) bir şeyin veya kimsenin konuşmasını, davranışını komik bir biçimde tekrarlamak. Örn: Annesinin, babasının taklitlerini yapıyordu. -Ç. Altan. 2) öykünmek. |
| 9434 | takoz koymak | 1) aracın hareketini önlemek için tekerleklerden birinin önüne veya arkasına takoz yerleştirmek, takoz atmak 2) argo olacak işi engellemek. |
| 9435 | takrir etmek | ders anlatmak. |
| 9436 | takrir vermek | 1) satışlarda sattığını söylemek. Örn: Tapu memuruna takrir vermek için o gün bize nöbet gelmedi. -N. Hikmet. 2) önerge vermek. |
| 9437 | taksi çevirmek | hareket hâlindeki taksiyi bir yere gitmek için durdurmak. Örn: İbrahim caddeye çıkar çıkmaz bir taksi çevirdi. -A. İlhan. |
| 9438 | taksite bağlamak | bir şeyi belli aralıklarla, belli miktarlarda ödeme şartları ile almak veya satmak. Örn: Yoksa musahhih maaşımdan haftada üç papel taksite bağlayıp seni bir şamaroğlanı gibi kullanırım. -N. Hikmet. |
| 9439 | taktik vermek | çeşitli sorunlarda sonuca ulaşmak için yol ve yöntem göstermek. Örn: Artık yapacak işleri kalmamış da afyon kaçakçılarına, karaborsa gangsterlerine taktik vermeye kalkmışlar. -H. E. Adıvar. |
| 9440 | talandan geçmek | yağmalanmak. Örn: Her uğradığı yerde çarşılar talandan geçer. -F. R. Atay. |
| 9441 | talibi çıkmak | talip çıkmak. |
| 9442 | talihi yaver gitmek | talihi iyi olmak, işi yolunda gitmek. Örn: Her devirde talihi yaver gitmiş birisiydi. -S. F. Abasıyanık. |
| 9443 | talihin kucağına atılmak | kendi kaderine boyun eğmek. Örn: Bir gelinden ziyade, zalim bir nezri yerine getirmek için talihin kucağına atılmış bir kurbana benziyordu. -A. H. Tanpınar. |
| 9444 | talihine küsmek | kötü bir durum veya olayla karşılaşıldığında yalnızca talihi suçlamak. Örn: Talihimize küseriz ama millî menfaat prensiplerinin bizim yüzümüzden kötülenmesini istemeyiz. -F. R. Atay. |
| 9445 | talimat vermek | üst düzeyde bulunan biri, yaptıracağı işle ilgili olarak görüşünü belirtmek, yol göstermek. |
| 9446 | talip çıkmak | 1) kız evlenme teklifi almak. Örn: Keşke bilmeksizin, tesadüfen, İsmail'in almak istediği bu kıza talip çıkmış bir adam vaziyetinde kalsaydım. -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir şeye istekliler bulunmak. |
| 9447 | talkın vermek | ölü gömüldükten sonra mezar başında imam dinî sözler söylemek. |
| 9448 | tam adamına çatmak | olumsuz bir davranış ve tutum içinde bulunan kimseyle karşı karşıya gelmek. |
| 9449 | tam adamını bulmak (adamına düşmek) | 1) en uygun kişiyi seçmek 2) alay en uygunsuz kişiyi seçmek. |
| 9450 | tam gelmek (olmak) | uygun gelmek, uymak. Örn: Elbise tam geldi. Ayakkabı ayağına tam oldu. |