9841 | turşuya dönmek | çok yorulmak, bitkinleşmek. Örn: Zaten yerinden kımıldanacak hâli kalmamıştı, turşuya dönmüştü ve lakin kabadayılığı da elden bırakmıyordu. -N. Hikmet. |
9842 | turu geçmek | elemeli karşılaşmalarda bir üst tura yükselmek. |
9843 | tuşa getirmek | 1) güreşte hasmı sırtüstü yere sermek 2) mec. yenmek, mağlup etmek. |
9844 | tut kelin perçeminden | tkz. çözümü güçlük gösteren bir durum karşısında söylenen bir söz. |
9845 | tut ki | varsay ki. |
9846 | tutarağı tutmak | huysuzluğu depreşmek, aşırı istekte bulunmak. Örn: Rakı tutarağı tutunca pantolonunu bile satıyor. -H. E. Adıvar. |
9847 | tutkal gibi | sırnaşık ve yapışkan (kimse). |
9848 | tutkuya kapılmak | aşırı istek ve eğilim içinde olmak. |
9849 | tutsak düşmek | esir olmak, hükmü altına girmek. Örn: Geleneğe, ahlaki kaygılara tutsak düşüyor. -S. İleri. |
9850 | tuttuğu altın olsun | her işin olumlu gitsin, refah içinde yaşa anlamında kullanılan bir söz. |
9851 | tuttuğu dal elinde kalmak | dayandığı, güvendiği kimse veya şey önemini yitirerek işe yaramaz duruma gelmek. |
9852 | tuttuğunu koparmak | becerikli olmak, giriştiği her işte başarı sağlamak. |
9853 | tutunacak bir dal aramak | güvenilecek, dayanılacak bir insana ihtiyaç duymak. Örn: Yaşamının boşluğundan nasıl sıkıldığını, tutunacak bir dal aradığını ama bulamadığını anlatır. -İ. Aral. |
9854 | tutunacak dalı olmak | güveneceği bir kimse veya şey bulunmak. |
9855 | tutuya bırakmak (koymak) | ödünç para almak için değerli bir şeyi rehin olarak vermek, rehin vermek. |
9856 | tuvalet (tuvaletini) yapmak | sidik veya dışkıyı vücuttan dışarı atmak. |
9857 | tuz buz olmak | tuzla buz olmak. |
9858 | tuzağa düşmek | birileri tarafından hazırlanan kötü bir duruma uğramak, oyuna gelmek. Örn: Sana bir tuzak kursak sen o tuzağa düşmezsin ey oğul! -S. Çokum. |
9859 | tuzak kurmak | 1) bir şeyi yakalamak için düzenek hazırlamak 2) mec. birini güç ve tehlikeli bir duruma düşürmek için düzen hazırlamak, komplo kurmak. |
9860 | tuzla buz etmek | cam türünden şeyleri onarılmayacak biçimde kırmak, paramparça etmek. Örn: Kaldırdığı gibi pekmez çömleğini vurmuş yere, tuz buz etmiş. -R. Ilgaz. |
9861 | tuzla buz olmak | cam türünden şeyler onarılamayacak biçimde kırılmak, dağılmak, paramparça olmak. Örn: Küçük votka kadehleri, mermi ıslıklarıyla aynalara çarpıp tuzla buz oluyorlar. -A. İlhan. |
9862 | tuzlayayım da kokmayasın (kokma) | hlk. birine, düşüncesinde aldandığını ve aklının bir şeye ermediğini anlatmak için söylenen bir söz. |
9863 | tuzluya mal olmak (oturmak veya patlamak) | çok para vererek satın almak, çok pahalı gelmek. Örn: Bu eğlenti bize biraz tuzluya mal oldu. -E. E. Talu. ... kendisine tuzluya patlamıştı. -Halikarnas Balıkçısı. |
9864 | tüfek atmak | tüfekle ateş etmek. |
9865 | tüfek çatmak | ask. askerlerin dinlenme sırasında tüfeklerini, dipçikleri üzerinde üçerli olarak birbirine dayamak. Örn: Tüfekleri çatar çatmaz ordayım. -B. S. Erdoğan. |
9866 | tükürdüğünü yalamak | tkz. verdiği sözden benliğini küçülterek geri dönmek. |
9867 | tükürüğünü yutmak | imrenip ağzı sulanmak. |
9868 | tünel geçmek | argo aklını yaptığı işe vermemek. |
9869 | tünelin sonunda ışık görünmek | sıkıntılı durumdan kurtulmak için çare belirmek. |
9870 | türbülansa girmek | çalkantılı hava içerisinde güçlükle yol almak. |