961 | (biriyle) selamı sabahı kesmek | her türlü ilişkisine son vermek. Örn: Onunla tamamıyla selamı sabahı kestim. Ne olursa olsun deyip adını bile artık ağzıma almaz oldum. -O. C. Kaygılı. |
962 | (biriyle) temas etmek | 1) görüşüp konuşmak 2) cinsel ilişkide bulunmak. |
963 | (biriyle) temasta bulunmak | temas etmek. |
964 | (biriyle, bir şeyle) baş başa kalmak | biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak. Örn: Düşünceleriyle, iç sesiyle baş başa kalmayı tercih ederdi. -A. Kulin. |
965 | (biriyle, bir şeyle) baş edebilmek | bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek. |
966 | (biriyle, bir şeyle) ilişiği olmamak | bağlantısı olmamak. |
967 | (bu işe) Rufailer karışır | bu iş öyle karışık ki bunu kimse çözemez anlamında kullanılan bir söz. |
968 | (çocuğu) süt çalmak | bozuk süt, çocuğu hasta etmek. |
969 | (çocuk) boya çekmek | boyca uzamak. |
970 | (davayı) nakzen görmek | huk. Yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden bakmak. |
971 | (davayı) nakzen iade etmek | huk. bir yargı kararını, yargılama yöntemine ilişkin hükümler bakımından yerinde görmeyip bozarak hükmü veren mahkemeye geri göndermek. |
972 | (el, ayak, parmak) çivi gibi olmak | çok üşümek, donmak. |
973 | (elinden gelse, bıraksalar) bir kaşık suda boğmak | bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. Örn: Muhalifler bizi bir kaşık suda boğmak istidadını gösteriyordu. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
974 | (gemi) baş tutamamak | rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak, rotadan çıkmak. |
975 | (hava) ayaza çekmek | kışın kuru soğuk artmak. |
976 | (her biri başka bir) hava çalmak | her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranış ve düşüncede bulunmak. |
977 | (her şeye) baş sallamak | karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek. |
978 | (herhangi bir biçim) kolayına gelmek | bir işin herhangi bir biçimde yapılmasını daha kolay bulmak. |
979 | (herhangi bir nitelikte) kalemi olmak | herhangi bir nitelikte yazı yazabilmek. Örn: Güçlü bir kalemi var. |
980 | (herhangi bir şey) pahasına | karşılığında, uğruna, ... için. Örn: Treni kaçırmak pahasına onu bekledim. |
981 | (herhangi bir şeye) talim etmek | tkz. 1) az para karşılığında çalışmak 2) hep aynı şeyi yemek zorunda olmak. |
982 | (herhangi bir şeye) varıncaya kadar | ne varsa her şeyini. Örn: Renkli televizyona varıncaya kadar ne varsa aldı. |
983 | (herhangi bir şeyi) sokakta bulmamak | herhangi bir şeyi değerli ve önemli bulmak. Örn: Ben böyle şeye gelemem efendim... Ben canımı sokakta bulmadım efendim. -R. N. Güntekin. |
984 | (herhangi bir şeyi) şekle sokmak (koymak) | 1) uygun bir biçime girmesini sağlamak 2) herhangi bir biçimde sonuca ulaştırmak. |
985 | (herhangi bir yerde) ne arıyor | neden oraya gitmiş anlamında kullanılan bir söz. Örn: Sen burada ne arıyorsun, haydi çabuk eve! |
986 | (herhangi bir yılın) kurası olmak | ask. o yıl askerlik çağına girenlerden olmak. |
987 | (içinde) at koşturmak | bir alanda çok geniş olduğu için alabildiğine rahat hareket edebilmek. Örn: Büyüklerin, içinde at koştur diye tarif ettikleri taşlık ve sofaları vardı. -R. N. Güntekin. |
988 | (iş) ortada olmak | yapması gereken kişi belli olmamak. |
989 | (iş) pot gelmek | sonu iyi olmamak, ters gelmek. Örn: İşlerin doğru gitmeyen, pot gelen yerleri çok ise de sorulunca söylenecek karşılıklar bulunmuştu. -M. Ş. Esendal. |
990 | (iş) üç nalla bir ata kaldı | eline önemsiz bir imkân geçtiğinde büyük işlerin düşüne kapılanlar için söylenen bir söz. |