9871 | türkü çağırmak | türkü söylemek. Örn: Türkü çağırmak şöyle dursun, konuşamıyorduk bile. -A. Erhat. |
9872 | türkü söylemek | ezgisiyle bir türküyü seslendirmek. Örn: İçeride bir yandan türkü söylüyor, bir yandan da iş yapıyordum. -P. Safa. |
9873 | türkü tutturmak | türkü söylemek. Örn: Dikişine başlarken güzel bir türkü tutturmuştu. -R. Enis. |
9874 | türkü yakmak | türkü sözünü bestelemek. |
9875 | tütün içmek | tütünü yakıp dumanını içine çekmek. |
9876 | tütün sarmak | sigara kâğıdına tütün koyup sigara yapmak. Örn: Bir yandan tütün sararken bir yandan da köyün evlerine bakıyorum. -M. Kutlu. |
9877 | tütünü tepesinden çıkmak | dumanı tepesinden çıkmak. |
9878 | tüy atmak | hayvan tüyünü değiştirmek. |
9879 | tüy düzmek | 1) hayvanın tüyü düzelmek 2) tkz. iyi bir yaşayışa kavuştuğunu belirtecek biçimde güzel giyinmek. Örn: Akıllı kız Güner, ortaya çıkalı ne kadar oldu, daha dün bir bugün iki, baksana iyice tüyü düzmüş. -A. İlhan. |
9880 | tüy gibi | çok hafif. |
9881 | tüyleri ürpermek | kötü bir olay, soğuk, gıcıklanma vb. sebeplerle korku veya tiksinti duymak. Örn: Görünce tüyleri ürperir, şeytan görmüş gibi kızar. -Ö. Seyfettin. |
9882 | tüyüne dokunmamak | dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bulunmamak. |
9883 | U dönüşü yapmak | 1) yüz seksen derecelik bir dönüş yapmak 2) mec. önceden sahip olduğu bir düşünceden farklı bir düşünceyi savunmaya başlamak. |
9884 | ucu (herhangi birine) dokunmak | birine olumsuz etkisi veya zararı gelmek. |
9885 | ucu bucağı olmamak (görünmemek) | başı sonu olmamak. Örn: Ucu bucağı görünmeyen okyanusların karanlık dalgaları üzerinde avare yüzen bir çöp gibi yalnız. -P. Safa. |
9886 | ucu bucağı yok (kayıp) | başı sonu olmayan, sınırsız, sonsuz. Örn: Nevin, içinde ucu bucağı kayıp bir boşluk duydu. -S. F. Abasıyanık. Bir ucu yok, bucağı yok harabedeydim / Soğuk mehtap karanlığa kefen sarardı. -E. B. Koryürek. |
9887 | ucu ortası belli olmamak | iş neresinden başlanacağı kestirilemez durumda olmak. |
9888 | ucunda (bir şey) bulunmak | kötü bir şeye sebep olmak. Örn: Ne yapalım, ucunda ölüm yok ya! -M. Yesari. |
9889 | ucunu bulmak | sona erdirmek, kolayını bulmak. |
9890 | ucuz atlatmak (kurtulmak) | zor veya tehlikeli durumdan az zararla sıyrılmak. Örn: Bizim tekrar tekrar dinlemeyi sevdiğimiz bu fıkrayı anlatırken o hâlâ bu işten ucuz kurtulmuş olmasının heyecanını duyardı. -A. Ş. Hisar. |
9891 | ucuz pahalı dememek | yüksek veya düşük fiyatlı olduğuna bakmamak. Örn: Tavşanlarını, kekliklerini ucuz pahalı demeden ilk çıkan alıcılara sattı. -N. Cumalı. |
9892 | ucuza çıkmak | yaptırılan bir şey az masrafla elde edilmek. |
9893 | ucuza gitmek | basit, kolay, önemsiz olarak değerlendirilmek. Örn: Tezgâhtarlık, figüranlık derken kendini satmasını bilememiş, ucuza gitmişti. -N. Cumalı. |
9894 | ucuza kapatmak | argo ucuza almak, fırsatı değerlendirmek. Örn: Hem arabayı ucuza kapattım hem sağlama bağladım. -A. Gündüz. |
9895 | uç uca gelmek | ancak yetişmek. |
9896 | uç vermek | 1) çıban baş vermek 2) bitki bitmek, sürmek 3) mec. ortaya çıkmak. Örn: Orta Çağ hurafeleri ve kafası, okullarda uç verdi. -A. Boysan. 4) mec. gelişme, büyüme başlangıcı göstermek. Örn: Günbegün artmada dert ile gamım / Uç verdi yaralar sıralandı gel |
9897 | uçan kuşa borcu olmak | pek çok kişiye borçlu olmak. Örn: Ben kimsenin hususi hayatına karışmayı asla sevmem ama şu Şahin Paşa, uçan kuşa borcu olduğunu herkes bilirken nasıl oluyor da kumarda bu kadar para kaybediyor. -A. Ş. Hisar. |
9898 | uçan kuştan medet ummak | çok sıkıntıda kalıp en ufak bir yardımın herhangi bir yerden gelmesini beklemek, sıkıntılı bir durumdan kurtulmak için her türlü çareye başvurmak. Örn: O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum. -R. N. Güntekin. |
9899 | uçkuruna gevşek (düşkün) olmak | cinsel isteklerin tutkunu olmak. |
9900 | uçkuruna sağlam olmak | tkz. cinsel isteklerin tutkunu olmamak, namuslu olmak. |