9931 | umut vermek | bir kimsede umut uyandırmak, bir kimseye güven vermek. Örn: Bana umut vermeye çalışıyor ama asıl onun teskin edilmeye ihtiyacı var. -A. Ümit. |
9932 | umutsuzluğa düşmek (kapılmak) | umudu kalmamak, güveni sarsılmak, olumsuzluğa sürüklenmek. Örn: Yoksa gönlümüzü kırmaktan, bizi umutsuzluğa düşürmekten bir şey kazanılmaz. -S. F. Abasıyanık. |
9933 | un ufak etmek | çok ufak kırıntılar durumuna getirmek, parçalamak. Örn: O solucanları un ufak eden çocukların hırsına kapılmıştı. -T. Buğra. |
9934 | un ufak olmak | çok ufak kırıntılar durumuna gelmek, parçalanmak. Örn: ... bir yer sarsıntısı ile un ufak olan evlerde yaşıyorlardı. -M. Ş. Esendal. |
9935 | ununu elemek, eleğini asmak | geri kalan ömrü süresince yapacak önemli bir işi kalmamak anlamında kullanılan bir söz. Örn: Ben unumu eledim, eleğimi astım. Benim gibi evli, çoluk çocuk sahibi adamlara öyle yerlere gitmek yakışır mı? -H. R. Gürpınar. |
9936 | usanç getirmek | usanacak duruma gelmek. Örn: Efendim, Tanrı'nın günü aynı pilava kaşık sallamaktan usanç getirmişsindir. -E. E. Talu. |
9937 | usanç vermek | usandırmak, bıktırmak. Örn: Binlerce kahraman, bu yazın usanç veren günlerini de ateşe, ısınmış demire karşı ve kızgın toprak üstünde geçirecekler. -F. R. Atay. |
9938 | usançlık getirmek | iyice bıkmak, tamamen usanmak. Örn: Üzüntüyle usançlık getirip işinden soğumasın! -M. Ş. Esendal. |
9939 | uslu durmak (oturmak) | yaramazlık etmemek. Örn: Sizin gitmeyeceğinizi bildiği için uslu oturacaktır. -A. Gündüz. |
9940 | usta elinden çıkmak | işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak. Örn: Sırtında koyu lacivert, usta elinden çıkmış bir kostüm. -Y. Z. Ortaç. |
9941 | ustura tutunmak | vücuttaki istenmeyen kılları temizlemek. |
9942 | usturayı kayışa çekmek | usturanın kılağısını almak için berber kayışına sürtmek. |
9943 | usul tutmak | dümtekle tempo tutmak. Örn: Usul tutarak, dümtek vurarak, başlarını sallayarak avazları çıktığı kadar şarkıya başlarlar. -Ö. Seyfettin. |
9944 | utancından yere geçmek | çok utanmak. Örn: Yalvarırım hanımcığım, beni beyin yanına çıkarmayınız, utancımdan yerlere geçerim. -H. R. Gürpınar. |
9945 | utancından yerin dibine girmek | istenilen biçimde ve nitelikte olmama karşısında üzüntü duymak, aşırı utanmak. Örn: Süleymaniye'nin avlusunu dolaşırken, utancımızdan yerin dibine gireceğimiz geldi. -B. R. Eyuboğlu. |
9946 | utanç duymak | utanmak. Örn: Bundan utanç duyuyor, utanılacak pek az şey yapan birisi olarak da gerginleşiyordu. -T. Buğra. |
9947 | utanç vermek | utandırmak, utanmasına yol açmak. |
9948 | uvertür yapmak | tkz. bir şeye giriş niteliğinde söz söylemek veya davranışta bulunmak. |
9949 | uygun bulmak | yakışır, yaraşır görmek. Örn: O zaman da haydutlar rıhtım kapısına daha önce gitmeyi uygun buldular. -T. Buğra. |
9950 | uygun düşmek | yakışmak, yaraşmak, elverişli olmak. Örn: Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? -Y. K. Karaosmanoğlu. |
9951 | uygun gelmek | 1) yakışmak, yaraşmak 2) elverişli olmak 3) uymak. Örn: Bu, bizim kızın yaradılışının, ablamın koyduğu yeni töreye uygun gelmeyişidir. -M. Ş. Esendal. |
9952 | uygun görmek | yakışır, yaraşır görmek, elverişli bulmak. Örn: İşte Ahmet Kerim, ilk bakışında Ömer Beyefendi'nin bu eserini yırtıp sepete atmak üzereyken bu ihtimale dayanarak onun gazeteye konulmasını uygun görmüştü. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
9953 | uyku basmak (bastırmak) | çok uykusu gelmek. Örn: İkimiz de esniyorduk, uyku bastırıyordu. -O. C. Kaygılı. |
9954 | uyku çekmek | iyice uyumak. Örn: Erken yattığı gamlı gecelerde geniş kanepenin üstünde uykusunu çekiyordu. -M. Ş. Esendal. |
9955 | uyku dağıtmak | uyumasına engel olmak. Örn: Uykumu dağıtmak için birkaç fincan kahve içtim. |
9956 | uyku gözünden akmak | çok uykusu gelmek. Örn: Yorgunsun, uyku gözlerinden akıyor. -A. Gündüz. |
9957 | uyku kestirmek | kısa bir süre uyumak. Örn: Ben de bu sayede biraz uyku kestirip kuvvetimi telafi ettim. -A. Gündüz. |
9958 | uyku nedir bilmeden | dinlenme imkânı bulamadan. |
9959 | uyku tutmamak | uyuyamamak. Örn: İkisini de uyku tutmamıştı. Yan yana uzanmış, yorganı çenelerine kadar çekmiş, gözleri sonuna kadar açık dertlerine yanmışlardı. -A. İlhan. |
9960 | uyku vermek (getirmek) | uyuma isteği duyurmak, uyutucu özelliği olmak. Örn: Sıkılıyorum, uyku veriyor bu tür konuşmalar artık bana. -A. İlhan. |