Türkçe Deyimler - XML


IDDeyimAnlamı
10231 yakayı ele vermekkaçamayarak ele geçmek, yakalanmak. Örn: “Bu konuda hiç kimsenin yakayı ele vermeyeceğine şimdiden kalıbımı basarım.” -B. R. Eyuboğlu.
10232 yakı açmakiyileştirmek için bir yarayı açıp işletmek.
10233 yakı yakmak (vurmak)yakı yapıştırmak.
10234 yakın takibe almakyakın takip işini yapmak.
10235 yakından bilmek (tanımak)bir kimseyi, bir şeyi bütün özellikleriyle bilmek veya tanımak.
10236 yakınlık duymakbirine karşı sevgi veya ilgi duymak. Örn: “İkisi de birbirlerine yakınlık duyuyorlardı.” -R. H. Karay.
10237 yakınlık görmekilgi, sevgi görmek. Örn: “O, Türkiye'de üç yerden yakınlık gördü.” -Y. Z. Ortaç.
10238 yakınlık göstermekbiriyle ilgilenmek, sevgiyle davranmak.
10239 yakınlık kurmaksıkı ilişki içinde bulunmak, ilgi ve destek vermek. Örn: “Ben merhumla yakınlık kurmuş bahtiyarlardan değilim.” -B. Felek.
10240 yakıp yıkmakçok büyük zarar vermek, harap etmek. Örn: “Siyasal kuruluşların lokallerini yakıp yıkmaya kalkacaklardır.” -N. Cumalı.
10241 yakışık almamakyerinde olmamak, uygun düşmemek. Örn: “Onu gece yarısı sokağın ortasına atıvermek yakışık almazdı.” -R. N. Güntekin.
10242 yakışıksız kaçmakuygun düşmemek, çirkin olmak, münasebetsiz görünmek. Örn: “Kitabın adı uzun fakat insanda okumak merakı uyandırdığı için bu uzunluk yakışıksız kaçmamış.” -N. Hikmet.
10243 yalan atmak (kıvırmak)yalan söylemek.
10244 yalan çıkmakbir haberin yalan olduğu anlaşılmak.
10245 yalan yeregerçeğe uygun olmayarak, doğru olmadığını bile bile.
10246 yalan yere yemin etmekgerçeğe uygun olmayarak, doğru olmadığını bile bile yemin etmek.
10247 yalana şerbetli olmakçekinmeden yalan söyleyebilmek.
10248 yalancı çıkmak1) bilmeyerek yalan söylemiş bulunmak 2) sözünü yerine getirememek 3) yalan söylediği anlaşılmak.
10249 yalanı çıkmakbir kimsenin yalan söylediği anlaşılmak.
10250 yalanını yakalamak (tutmak)bir kimsenin yalan söylediğini anlamak. Örn: “Yalanını yakalamış gibi başını salladı. -Ya o mukaddes sular? Onlara ne diyeceksiniz azizim?” -Ö. Seyfettin.
10251 yalayıp geçmekrüzgâr, dalga vb. sıyırarak, dokunarak hızla geçmek. Örn: “Sarı gri gölge bu sefer duvarın üstüne düşmüş, orayı yalayıp geçiyor, yalayıp geçiyor.” -A. Ağaoğlu.
10252 yalayıp yutmak1) iştahla yemek 2) mec. kötü bir davranış, söz karşısında ses çıkarmamak, kabullenmek.
10253 yalaz yalaz yanmakyüksek ateş içinde bulunmak. Örn: “Kendisinin bizzat itiraf ettiği gibi yalaz yalaz yanıyordu.” -E. E. Talu.
10254 yalelli gibiusanç verecek biçimde sürüp giden (iş, konuşma vb.).
10255 yalı kazığı gibiuzun boylu ve iri kemikli (kimse).
10256 yalın ayak, başı kabakçok perişan bir kılıkta. Örn: “İçinde yaz kış, bir don bir gömlekle yalın ayak, başı kabak bir adam oturur.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
10257 yallah çekmekkovmak.
10258 yallah etmekatma, yollama vb. işleri hızla yapmak.
10259 yalpa vurmak1) rüzgâr, deniz ve yolun durumu dolayısıyla deniz taşıtları iki yana sallanmak 2) iki yana eğilerek yürümek. Örn: “Kendisi siyah astragan kürkünün içinde sağa sola hafif bir yalpa vuruyordu.” -H. E. Adıvar. 3) dağılmak, sağa sola yayılmak. Örn: “Ara sı
10260 yalvar yakar olmakçok yalvarmak. Örn: “Hasta olurlarsa hastaneye götürür, doktorlara, hademelere yalvar yakar olurmuş.” -R. N. Güntekin.

* Görseller ve İçerik tekif hakkına sahip olabilir