10741 | yürüyüş yapmak | 1) spor amacıyla yürümek. Örn: Bir gün Küplüce arkalarında uzun bir yürüyüş yapmış. -H. Taner. 2) bir olayı protesto etmek veya bir konuya dikkati çekmek amacıyla topluca yürümek. |
10742 | yürüyüşe çıkmak | dolaşmaya, gezintiye çıkmak. |
10743 | yürüyüşe geçmek | 1) bir yerden başka bir yere gitmek için yürümeye başlamak. Örn: Askerler yürüyüşe geçti. 2) bir yeri almak için o yöne doğru ilerlemek. |
10744 | yüz aklığı göstermek | bir işte başarıya ulaşmak. Örn: Arkadaşları arasında sivrilmiş, birçok savaşlarda yüz aklığı göstermiş cesur bir kaptandı. -F. F. Tülbentçi. |
10745 | yüz bulmak | ilgi ve yakınlık görmek. Örn: Akça pakça bir hanım gördü mü biraz da yüz buldu mu hemen bohçacı madamlardan birini evine gönderir, pırlanta gerdanlık vadedermiş. -S. M. Alus. |
10746 | yüz bulunca astar istemek | yüz verince astar istemek. |
10747 | yüz çevirmek | gösterdiği ilgiyi kesmek. Örn: ... vergi kâtibinden yüz çevirmişler, kendisine hasım olmuşlardı. -E. E. Talu. |
10748 | yüz etmek | hlk. ısmarlamak, havale etmek. |
10749 | yüz geri etmek | geri döndürmek. |
10750 | yüz göstermek | ortaya çıkmak. |
10751 | yüz göz olmak | biriyle gereksiz yere, aşırı derecede senli benli olmak. |
10752 | yüz karası olmak | utanılacak bir durum ortaya çıkmak. |
10753 | yüz kızartmak | 1) sıkılarak yalvarmak 2) utandırmak. Örn: Meşhur bir edibimizin cinsî hayatına dair yüz kızartıcı sözler söylenirdi. -Y. Z. Ortaç. |
10754 | yüz kızdırmak | utanmayı göze almak. |
10755 | yüz surat davul derisi (mahkeme duvarı) | tkz. utanması olmayanlar için söylenen bir söz. |
10756 | yüz sürmek | aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek. |
10757 | yüz takınmak | yüze verilen biçimle bir duyguyu belirtmek. Örn: Osman Nuri Bey umutsuzluğa düşerek sessiz sessiz ağlamaya başlayınca Seniye Hanım onu teselli için hemen güler bir yüz takınmış, aman ne yapıyorsunuz bey, demişti. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
10758 | yüz verince astar istemek | kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak. |
10759 | yüz vermemek | 1) ilgi, yakınlık göstermemek. Örn: Sonra geniş bir odada orta yaşlı bankacı kendisine yüz vermeyen yargıcın kızına saldırdı. -Y. Atılgan. 2) önemsememek. Örn: Bursa, yeşiline en uygun maviyi kondururken yüksek mimarlarımız renge hiç yüz vermiyorlar. |
10760 | yüz yapmak | makyaj yapmak. |
10761 | yüz yazmak | 1) makyaj yapmak 2) hlk. köy seyirlik oyunlarında taklit edilen kişinin özelliklerini belirtecek biçimde yüz boyamak, maske yapmak. |
10762 | yüz yüze bakmak | arada hatır gönül meselesi olduğu için karşılıklı ilişkiyi korumak zorunda bulunmak. |
10763 | yüz yüze gelmek | 1) birden karşılaşmak. Örn: Tırmanıp gedikten girer girmez toprak dolu çuvallarla burayı tıkamaya çalışan insanlarla yüz yüze geldi. -İ. O. Anar. 2) bir araya gelmek. Örn: Bir daha yüz yüze gelmemek için ayrılmışlardı. -Ö. Seyfettin. |
10764 | yüz yüze getirmek | karşı karşıya getirmek. Örn: Her fırsatta yavrucakları ölümle yüz yüze getiriyor. -R. N. Güntekin. |
10765 | yüz yüze kalmak | aynı ortam içerisinde bulunmak. |
10766 | yüz yüze yaşamak | sürekli olarak bir arada olmak zorunda bulunmak. Örn: Ölümle aylarca yüz yüze yaşamış, hayatımla oyuncak gibi oynamıştım. -R. N. Güntekin. |
10767 | yüze çıkmak | 1) bir sıvının üst bölümüne çıkmak 2) belli olmak, açığa çıkmak, belirmek. Örn: Evimizde artık pek de gizli tutulamayarak yüze çıkmaya başlayan bu rezalet yani gelin ve damat arasındaki bu sevda alışverişi böyle devam edip duracak mı? -M. Ş. Esendal. 3 |
10768 | yüze duramamak | birinin hatırından çıkamamak, birinin hatırını kıramamak. Örn: Belki ihtiyaçları olur isterler, yüze duramam. -R. N. Güntekin. |
10769 | yüze gelmek | çekinmemek. Örn: Ne ben yüze gelip sorabiliyordum ne de o cesaret edip anlatabiliyordu. -A. Ümit. |
10770 | yüze gülmek | 1) yalandan dost görünmek 2) sevimli, alımlı görünmek. |