10831 | zahmet çekmek | güçlükle karşılaşmak, sıkıntıya katlanmak. Örn: Yolda çok zahmet çekmiş, bereket versin Paris sefareti erkânından biri kendisine refakat etmiş. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
10832 | zahmet olmazsa | rica ederim yerine kullanılan bir nezaket sözü. |
10833 | zahmete girmek (katlanmak) | zahmet etmek. Örn: Bu kadarcık zahmete de katlanacaksınız artık. -A. Ümit. Bunun için büyük zahmetlere girmeye gerek yoktur. -S. Birsel. |
10834 | zahmete sokmak | birine yorgunluk vermek veya masraf ettirmek. Örn: Onu kâh susadım, kâh acıktım diye türlü türlü zahmetlere sokmuştum. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
10835 | zahmetine değmek | verilen emeği karşılamak. |
10836 | zam gelmek | fiyatı artmak. |
10837 | zam görmek | 1) fiyatı artmak. Örn: Ekmek iki ayda üç defa zam gördü. 2) ücreti artmak. |
10838 | zam yapmak | söz konusu fiyatı artırmak. |
10839 | zaman almak | sürmek, devam edip zamanı geçirmek. |
10840 | zaman bırakmak | bir iş için süre ayırmak. |
10841 | zaman ile yarışmak | hızlı hareket etmek. |
10842 | zaman kazanmak | vakit kazanmak. |
10843 | zaman kollamak | 1) bir işin sırasını beklemek 2) uygun bir fırsat beklemek. |
10844 | zaman öldürmek | boş şeylerle vakit geçirmek. |
10845 | zaman tanımak | 1) bir iş için yeterli zaman vermek 2) bitmeyen bir iş için süreyi uzatmak. |
10846 | zaman vermek | bir iş için belli bir süre ayırmak. |
10847 | zamana uymak | davranışlarını içinde bulunulan günün şartlarına uydurmak. |
10848 | zamanı avlamak | uygun zamanı bulmak. Örn: Nihayet yalnız kaldığım bir zamanı avlayarak yanıma yaklaşıyor. -R. N. Güntekin. |
10849 | zamanı dolmak | bir iş için ayrılan süre sona ermek. |
10850 | zamanı geçirmek | oyalanmak. Örn: Kaybolmuş şeyleri bulurum ama sen zamanı geçirmişsin, saatini bulamadım. -A. Ş. Hisar. |
10851 | zambırından geçilmemek | çok çalım yapmak. Örn: Oğlum subay oldu diye zambırından geçilmiyordu. -O. Kemal. |
10852 | zan altında bulunmak | bir şeyle suçlanmak, sanık durumunda olmak. |
10853 | zangır zangır titremek | aşırı bir biçimde titremek. |
10854 | zannına düşmek | sanmak. Örn: Âdeta elimi uzatsam dokunabilirim zannına düşmüştüm. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
10855 | zapt etmek | 1) zorla almak. Örn: Bizans'ta Sırp memleketlerini zapt ettilerse de bir müddet sonra bazı kısımlara geniş otonomiler verdiler. -F. R. Atay. 2) tutmak. Örn: Neveser bir sevinç çığlığını zor zapt etmişti. -A. İlhan. 3) bir şeyi güç kullanarak önlemek |
10856 | zapt olunmak | kavranmak, bütünüyle öğrenilmek. Örn: Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. -Atatürk. |
10857 | zapturapt altına almak | düzeni ve disiplini sağlamak. |
10858 | zar almak | oyunu kazanmak. |
10859 | zar atmak | 1) zarı hızla yuvarlamak 2) mec. kader ile oynamak, geleceği için plan uygulamak. |
10860 | zar gelmek | şansı iyi olmak. |