91 | (bir şey birinin) gücüne gitmek | gönlü kırılmak, onuruna dokunmak. Örn: Bugünkü hâlimizle tabiatın sırlarını kavrayamayacağımızı düşünmek bizi sinirlendiriyor, gücümüze gidiyor. -N. Ataç. |
92 | (bir şey birinin) tuhafına gitmek | o şeyi tuhaf bulmak. Örn: Ömründe bu kadar tuhafına giden söz işitmemiş olduğunu söylerdi. -A. Ş. Hisar. |
93 | (bir şey birinin) zevkini okşamak | o şeyden hoşlanmak. |
94 | (bir şey birinin) zıddı olmak | bir şey birini tedirgin etmek, hoşuna gitmemek. |
95 | (bir şey birinin) zihnini bulandırmak | kuşkuya düşürmek. |
96 | (bir şey birinin) zihnini kurcalamak (tırmalamak) | 1) bir şey sık sık hatırlanıp insanı düşündürmek. Örn: Beni sevmiyor, yeniden zihnimi kurcalamak, sinirlerimi üzüntü içinde bırakmak istiyor. -E. İ. Benice. 2) çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak. |
97 | (bir şey birinin) zoruna gitmek | onuruna dokunmak, gücüne gitmek. |
98 | (bir şey için veya bir şeye) deli olmak | tkz. 1) çok sevmek. Örn: Deli oluyordu çocuklara, onlarsız edemiyordu. 2) çok sinirlenmek 3) delirmek. |
99 | (bir şey için) birebir gelmek | etkisini hemen ve kesin olarak göstermek. Örn: Şeftali suyu ile yapılacak gargaranın sonradan olma kekemeliğe birebir geleceğini söyler. -S. Birsel. |
100 | (bir şey olmaya) yüz tutmak | 1) bir şey, olmak üzere bulunmak. Örn: Duvarları sıvasız, kepenkleri boyanmadan bırakıldığı için çürümeye yüz tutmuş evde Hatice nine oturuyordu. -N. Cumalı. 2) giderek biçim ve renk değiştirmek. Örn: Hepimiz gölgelenmeye yüz tutan ateşe gözlerimizi |
101 | (bir şey veya bir şeyi) suya düşmek | gerçekleşme olasılığı kalmamak. Örn: Artık karşı koyma ümidi suya düşmüştü, harp her cephede kaybedilmişti. -R. H. Karay. |
102 | (bir şey) abanoz kesilmek | 1) sertleşerek dayanıklılığı artmak 2) kirden dolayı matlaşmak, rengini kaybetmek. |
103 | (bir şey) akılda kalmak | akılda yer etmek, unutulmamak. |
104 | (bir şey) akıldan çıkmak | unutulmak. |
105 | (bir şey) aleyhe dönmek | destek vermekten vazgeçip karşı duruma geçmek. Örn: Şimdi iş tamamıyla aleyhimize döndü. -A. Rasim. |
106 | (bir şey) aslanın ağzında olmak | elde edilmesi çok güç olmak. |
107 | (bir şey) ayağa düşmek | 1) ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak 2) artık her yerde bulunabilir olmak. Örn: Bu ürünler ayağa düştü. |
108 | (bir şey) az gelmek | yetmemek. |
109 | (bir şey) bini aşmak | çok fazla olmak, sınırı aşmak. |
110 | (bir şey) buradayım diye bağırmak | göze çarpacak bir yerde bulunmak. |
111 | (bir şey) çok gelmek | 1) gereğinden fazla olmak. Örn: Mahkeme masrafı çok geldiği için bu isteklerini gerçekleştiremediler. -Ü. Dökmen. 2) çekilmez ve katlanılmaz olmak. |
112 | (bir şey) dişe dokunur (olmak) | işe yarar, belirtilmeye değer, önemli (olmak). Örn: Bu türlü yazıları okumaktan -içlerinde dişe dokunur bir şey olmadığı için midir, nedir- pek hoşlanmıyorum. -O. V. Kanık. |
113 | (bir şey) el değiştirmek | bir şeyin kullanımı veya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek. |
114 | (bir şey) elden gitmek | bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak. Örn: Kahramanlıktı yurdun meyve veren tek dalı / O da elden giderse nereye başvurmalı? -F. N. Çamlıbel. |
115 | (bir şey) eli altında olmak | buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek. |
116 | (bir şey) gözüne ilişmek | birdenbire, istemeden görmek. Örn: Tam kapı yanında bir sütçü dükkânı gözüme ilişti. -R. H. Karay. |
117 | (bir şey) gözünü almak | 1) şiddetli ışık sebebiyle gözü iyi göremez duruma getirmek 2) mec. aşırı biçimde etkilenmek. |
118 | (bir şey) haritada olmak | göz önünde bulundurulması gerekmek. |
119 | (bir şey) hava almak | içine hava girmek. |
120 | (bir şey) içinde yüzmek | olumlu veya olumsuz bir durumun aşırı derecesinde bulunmak. Örn: Para içinde yüzmek. Sefalet içinde yüzmek. |