1771 | ateş kesmek | ateşli silahlarla yapılan atışa son vermek. |
1772 | ateş püskürmek | çok öfkeli olmak. Örn: Parça parça morarmış yüzüyle ateş püskürüyordu. -A. Ş. Hisar. |
1773 | ateş vermek | tutuşturmak. |
1774 | ateş yağdırmak | 1) ateşli silahlarla aralıksız mermi atmak 2) mec. çevresindekilere ağır sözler söylemek. |
1775 | ateşe tutmak | 1) az ısıtmak 2) üzerine ateşli silahla mermi atmak. |
1776 | ateşe vermek | 1) ateş içine sokmak. Örn: Bir parça büküyor, onu tekrar ateşe verinceye kadar evvelki hazır oluyordu. -M. Ş. Esendal. 2) bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak 3) mec. aşırı telaşa ve sıkıntıya düşürmek 4) mec. bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve |
1777 | ateşe vurmak | bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak. Örn: Taş ocağın üstünde, ateşe vurduğu güveçten, kaynayan etin kokusu geliyordu. -N. Cumalı. |
1778 | ateşe vursa duman vermez | pek cimri olanlar için söylenen bir söz. |
1779 | ateşi başına vurmak | çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak. |
1780 | ateşi çıkmak (yükselmek) | hasta vücut ısısı olağandan çok artmak. |
1781 | ateşi düşmek | hastanın ateşi geçmek veya azalmak. |
1782 | ateşi uyandırmak | sönmek üzere olan ateşi canlandırmak. |
1783 | ateşini almak | 1) yüksek vücut ısısını düşürmek. Örn: Alnına sirkeli bez koyun, ateşini alır. 2) derece ile ateşi ölçmek 3) mec. acıyı, yanmayı azaltmak. |
1784 | ateşle oynamak | pek tehlikeli bir işle uğraşmak. |
1785 | ateşler içinde yanmak | 1) hasta çok ateşli bir durumda olmak 2) mec. bir şeye fazlasıyla tutulmak. |
1786 | atı alan Üsküdarı geçti | fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şeyin kalmadığını anlatan bir söz. |
1787 | atılı bulunmak | ertelenmiş olmak. |
1788 | atını sağlam kazığa bağlamak | eşeğini sağlam kazığa bağlamak. |
1789 | atıp (atmak) tutmak | 1) bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak. Örn: Hatta aleyhimde atıp tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım. -O. V. Kanık. 2) abartmalı konuşmak. Örn: Dünyanın siyasetiyle meşgul oluyorlar, büyük olaylar hakkında atıp tutuyorlar. -H. R. Gü |
1790 | atla arpayı dövüştürmek (dalaştırmak) | fesat karıştırmak, arabozanlık etmek. |
1791 | atladı geçti Genç Osman! | bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığını anlatan bir söz. |
1792 | atlama taşı yapmak | daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak. |
1793 | atma Recep, din kardeşiyiz | argo söylediklerin hep yalan, abartma ancak biz bunun farkındayız anlamında kullanılan bir söz. |
1794 | atsan atılmaz, satsan satılmaz | işe yaramadığı veya sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenen bir söz. |
1795 | attan inip eşeğe binmek | bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak. |
1796 | avaz avaz bağırmak | var gücüyle bağırmak. Örn: İspanyol denizcisi hâlâ avaz avaz bağırıyordu. -H. R. Gürpınar. |
1797 | avazı çıktığı kadar | çok yüksek sesle. Örn: Avazı çıktığı kadar haykırmak istiyordu. -P. Safa. |
1798 | avucu (avuçları) kaşınmak | avucundaki kaşıntıyı bir yerden para geleceğine yormak. |
1799 | avucunu yalamak | alay umduğunu ele geçirememek. Örn: Sen avucunu yalarsın! Beni daha fazla rahatsız etme, tamam mı? -E. Bener. |
1800 | avucunun içi gibi bilmek | bir yeri, bir şeyi çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek. Örn: Sizin analarınızın, babalarınızın hayat idealini avucumun içi gibi bilirim. -H. Taner. |