1861 | ayak uydurmak | 1) yürüyüşte adım atışını başkalarınınkine uydurmak 2) ayak açmak 3) mec. kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine benzetmek. Örn: Âdettir, genç kızlar girdikleri ailenin terbiyesine, gidişine ayak uydururlar. -S. F. Abasıyanık. |
1862 | ayak üstünde olmak | 1) dinç olmak, canlı olmak. Örn: Enişte, delikanlıları gölgede bırakacak kadar çalıştı hâlâ ayak üstünde. -S. M. Alus. 2) iş görür durumda olmak. |
1863 | ayak vermek | âşık atışmalarında dinleyicilerden biri uyak belirtmek. |
1864 | ayak yapmak | birini aldatmak, kandırmak için dalavere çevirmek. |
1865 | ayakaltına almak | hakir görmek, gözden çıkarmak. Örn: Bunlar kolay kolay ayakaltına alınamaz, değil mi? -R. N. Güntekin. |
1866 | ayakaltında bırakmak | ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak. |
1867 | ayakaltında dolaşmak | bir işe yaramadığı hâlde herkesin işine engel olacak bir biçimde ortalıkta dolaşmak. |
1868 | ayakkabı vurmak | ayakkabı ayağı zedelemek, ayağı rahatsız etmek. |
1869 | ayakkabılarını çevirmek | 1) konuk ayakkabılarını gidiş yönüne doğru düzgün bir biçimde sıralamak 2) mec. bazı davranışlarla konuğu gitmeye zorlamak. |
1870 | ayaklar altına almak | önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek. Örn: Şerefini, namusunu ayaklar altına aldı. |
1871 | ayaklar baş, başlar ayak olmak | değersiz kimseler başa geçip değerli kimseler ise en geride bırakılmak. |
1872 | ayakları geri geri gitmek | bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek. |
1873 | ayakları üstünde durmak | başkasının yardımına ihtiyaç duymadan güçlü bir biçimde sorunları çözebilecek durumda olmak. |
1874 | ayakları yere değmemek | çok sevinmek. |
1875 | ayaklarına (ayağına) kara su (sular) inmek | çok yorulmak, güçsüz, dermansız kalmak. Örn: Bu şehirde akşama doğru / İçime korku / Ayaklarıma kara su iner -B. Necatigil. |
1876 | ayaklarını yerden kesmek | bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak. |
1877 | ayakta kalmak | 1) oturacak yer bulamamak 2) yıkılmamak, çökmemek. Örn: Bu yapı beş yüz yıldan beri ayakta kalmıştır. 3) değerini yitirmemek, önemini korumak. Örn: Ömrü boyunca bu vatan için, bu devletin ayakta kalabilmesi için çalıştı. -A. Ümit. |
1878 | ayakta uyumak | aşırı dalgın, şaşkın veya yorgun olmak. |
1879 | ayaz kesmek | uzun süre soğukta kalıp üşümek. |
1880 | ayaz vurmak | sebze ve meyveler donmak. |
1881 | ayazda kalmak | 1) soğukta kalmak 2) argo boş yere beklemek 3) argo eline bir şey geçmemek. |
1882 | aydedeye misafir olmak | gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek. |
1883 | aygır gibi | iri yarı, cüsseli, güçlü (kimse). |
1884 | ayı gibi | 1) iri yarı 2) kaba, anlayışsız (kimse). |
1885 | ayı yavrusu ile oynuyor | alay iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakası yapması veya gücünü onda denemesi karşısında söylenen bir söz. |
1886 | ayıbını yüzüne vurmak | birinin kusurunu yüzüne söylemek. |
1887 | ayıkla pirincin taşını! | bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılan bir söz. Örn: Karıya bir de nikâh yaptırdı mı ondan sonra ayıkla artık pirincin taşını! -O. Kemal. |
1888 | ayılık etmek | kaba davranmak. |
1889 | ayılıp bayılmak | 1) birini kendinden geçercesine sevmek 2) aşırı ölçüde sinir bunalımları geçirmek. |
1890 | ayın on dördü gibi | yüzü çok güzel (kadın veya kız). |