1951 | bacak kadar | ufacık. Örn: Bacak kadar çocuğa da ne oluyordu sanki. -T. Buğra. |
1952 | bacakları kopmak | çok yorulmak. |
1953 | bacakları tutmaz olmak | yürüyemeyecek duruma gelmek. |
1954 | bacaklarını uzatmak | hiçbir şey yapmadan, hiçbir şeyle ilgilenmeden oturmak, tembel tembel zaman öldürmek. |
1955 | bacası tütmek | ailenin yaşamı sürüp gitmek. |
1956 | bacası tütmez olmak | aile dağılmak veya işi bozulmak. |
1957 | badem gibi | taze ve gevrek (salatalık). |
1958 | badem olmak | argo sonu kötü olmak, kötü bitmek. |
1959 | bağ bozmak | bağın üzümlerini toplamak. |
1960 | bağın vurmak | çökmemesi için kazı duvarlarını bağınlarla desteklemek. |
1961 | bağırıp çağırmak | öfkeyle bağırmak. |
1962 | bağırsakları bozulmak | ishal olmak. |
1963 | bağışıklık kazanmak | 1) bazı mikroplara karşı aşı veya doğal yolla dirençli duruma gelmek 2) mec. korunaklı olmak. Örn: Bu tehditlere karşı bağışıklık kazanmak hususunda şaşılası bir yetiye de sahiptiler. -E. Şafak. |
1964 | bağlanıp kalmak | tutulmak, sevdalanmak. Örn: Bunca güzellere bağlandım kaldım / Ne bir vefa aldım ne faydalandım -Halk türküsü. |
1965 | bağlı kalmak | uymak, tabi olmak. Örn: Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma ant içerim. -Anayasa. |
1966 | bağrı yanmak | 1) üzüntü çekmek, çok acı duymak. Örn: En büyüğünü kaybeden halk sanatkârının birkaç mısrası ile türkü bize bağrı yanan Anadolu'nun feryadını getirecek. -B. R. Eyuboğlu. 2) çok susamış olmak. |
1967 | bağrına basmak | 1) kucaklamak. Örn: İzmir'den kalkıp Mısır'a kadar beni görmeye, beni okşamaya, beni bağrına basıp sevmeye gelirdi. -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) biriyle ilgilenerek onu koruyup kayırmak, yetiştirmek. Örn: Sen onu bambaşka duygularla, heyecanlarla bağrına |
1968 | bağrına taş basmak | sesini çıkarmaksızın her türlü acıya katlanmak. Örn: Acı çekerdim ama makul bir çocuktum. Bağrıma taş bastım. -A. Kutlu. |
1969 | bağrını delmek | çok dokunmak, içine işlemek. |
1970 | bağrını ezmek | üzülmek, dertlenmek. Örn: Kışlanın uğrunda bir ufak mezar / Anama söylemen bağrını ezer -Halk türküsü. |
1971 | baharı başına vurmak | alay gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırı davranışta bulunmak. |
1972 | bahis açmak | belli bir konuda konuşmaya başlamak. Örn: Senden bahis açılmadıkça susmak isterim. -S. F. Abasıyanık. |
1973 | bahse girmek (tutuşmak) | görüşünde veya iddiasında haklı çıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak. Örn: Çocuk muyuz da iki miskete, üç gazoz kapağına bahse girelim? -E. Şafak. |
1974 | bahsi geçmek | 1) bir konu üzerinde konuşulmuş olmak 2) söz konusu edilmek. Örn: Ertesi gün ilk iş, bahsi geçen inşaata gitti. -E. Şafak. |
1975 | bahsi kapamak | bir konu üzerindeki konuşmayı kesmek. |
1976 | bahsi kaybetmek | ileri sürülen, savunulan görüşün yanlış olduğu ortaya çıkmak. |
1977 | bahsi kazanmak | ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak. |
1978 | bahsi tazelemek | konuşmayı aynı konu üzerine getirmek. Örn: İkide bir, bahsi tazeleyip bir yandan da etrafı araştırıyordu. -E. E. Talu. |
1979 | bahtı açık olmak | herhangi bir konuda şansı yaver gitmek, talih yüzüne gülmek. Örn: Zaten başak burcunda doğmuş ananın kızında evlenme bahtı açık olur. -H. R. Gürpınar. |
1980 | bahtı açılmak | talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek. |