2491 | boğazı inmek | bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. |
2492 | boğazı işlemek | durmadan bir şeyler yemek. |
2493 | boğazı kurumak | çok susamak. Örn: Kediyi karşısında gördükçe yüreği titriyor, boğazı kuruyor. -M. Ş. Esendal. |
2494 | boğazına bir yumruk tıkanmak (gelip oturmak) | konuşamaz olmak, sesi çıkmamak. Örn: Babasının adı anılınca Ferit'in boğazına bir yumruk tıkandı. -A. İlhan. |
2495 | boğazına dizilmek | üzüntü, kaygı vb. sebeplerle isteksiz yemek, iştahı kesilmek. |
2496 | boğazına durmak | yediği şeyi yutamamak. Örn: Nankörler! Yediğiniz ekmek boğazınızda dursun. -Halikarnas Balıkçısı. |
2497 | boğazına indirmek | fazla ve gelişigüzel yemek. |
2498 | boğazına kadar | pek çok, gereğinden fazla, aşırı ölçüde. Örn: Baba daima boğazına kadar borç içinde yaşar, müsrif, batakçı bir memurdu. -Ö. Seyfettin. |
2499 | boğazına sarılmak | üstüne yürümek. Örn: Tam boğazına sarılacaktım, yere düştü, bir daha kalkamadı. -R. H. Karay. |
2500 | boğazında düğümlenmek | söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. |
2501 | boğazından artırmak | yiyeceğinden kısıp parasını artırmak. |
2502 | boğazından geçmemek | sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü duymak. Örn: Her gün evde pişen türlü yemeklerin hiçbiri sensiz boğazımdan geçmiyor. -O. C. Kaygılı. |
2503 | boğazından kesmek | yiyip içmede çok tutumlu davranmak. Örn: Ekonomi, kendinin ve çoluk çocuğunun boğazından kesmek demekti. -R. N. Güntekin. |
2504 | boğazını doyurmak | karın doyurmak. |
2505 | boğazını sevmek | yiyip içmeye düşkün olmak. |
2506 | boğazını sıkmak | bunaltmak, sıkıntı vermek. Örn: Müfit, boğazını sıkan büyük öfke ile titreyerek başını çevirdi. -P. Safa. |
2507 | boğazını yırtmak | olanca gücüyle bağırmak. |
2508 | boğuntuya getirmek | argo birini bunaltıp şaşırtmak yolu ile kendisinden, bir iş veya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek. |
2509 | bohçanın dört ucunu bir araya getirememek | 1) iki yakayı bir araya getirememek 2) dengeyi sağlayamamak. |
2510 | bohçasını koltuğuna almak | kendi isteğiyle ayrılmak. Örn: Günün birinde bohçasını koltuğuna alıp kıyı mahallelerden birinde oturan ablası Fitnat Hanım'ın evine gitti. -M. Ş. Esendal. |
2511 | bohçasını koltuğuna vermek | kovmak, işine son vermek. |
2512 | bohçasını toplamak | eşyasını toplamak. |
2513 | bok atmak | kaba birine leke sürmek, kara çalmak. |
2514 | bok etmek (bokunu çıkarmak) | kaba bir işi, bir şeyi bozmak, berbat etmek. |
2515 | bok karıştırmak | kaba bir işi bozacak biçimde davranmak. |
2516 | bok soyu (bokun soyu) | kaba kızılan veya tiksinilen bir şeye karşı sövgü olarak söylenen bir söz. |
2517 | bok üstün bok | kaba çok kötü, çok berbat. |
2518 | bok yedi başı | kaba burnunu her işe sokan, her işe karışan. |
2519 | bok yemek | kaba yakışıksız bir iş yapmak. Örn: Merak etme kızım, bok yiyor o herif, dedi. -A. Kutlu. |
2520 | bok yemenin Arapçası | kaba yakışıksızlığın büyüğü anlamında kullanılan bir söz. |