2551 | boş düşmek | esk. İslam hukukuna göre, kadın kocasından ayrılmak. |
2552 | boş gezenin boş kalfası | işsiz güçsüz dolaşan (kimse). Örn: Oraya daha çok boş gezenin boş kalfası emekliler ya da ağırbaşlı orta yaşlılar giderdi. -H. Taner. |
2553 | boş gezmek (gezinmek) | işsiz güçsüz dolaşmak. Örn: On gün boş mu gezdin? -Ö. Seyfettin. |
2554 | boş gözlerle bakmak | anlamsız bakmak. |
2555 | boş kalmak | 1) kimse oturmamak. Örn: Bir kayıkta boş kalan son yere atlayıp Galata'ya geçerken kafası hem umut hem de endişeyle doluydu. -İ. O. Anar. 2) işsiz kalmak. Örn: Her senede üç dört ay, bahusus kışın boş kalırız. -S. F. Abasıyanık. |
2556 | boş kile dipsiz ambar | dipsiz kile boş ambar. |
2557 | boş konuşmamak | gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak. Örn: Amiralin sözlerine inanmak lazım, boş konuşmaz. -F. F. Tülbentçi. |
2558 | boş koymak | yoksun bırakmak. |
2559 | boş ol (olsun) | esk. erkeğin karısını boşamak için söylediği söz. Örn: Boş ol deyince karılarının pılı pırtı toplayıp gitmesini hayalliyorlar. -C. Uçuk. |
2560 | boş oturmak | hiçbir işi olmamak. |
2561 | boş vermek | argo aldırmamak. Örn: Aldırmayacaksın, boş vereceksin, güleceksin. -N. F. Kısakürek. |
2562 | boş yerine vurmak | böğürlerine vurmak. |
2563 | boşa almak | 1) askıya almak 2) motorlu araçlarda vites kolunu vitesten kurtarmak, rölantiye almak. |
2564 | boşa çıkarmak | olumlu bir sonuç alınmasını engellemek. Örn: Çocuklar her atılımını boşa çıkarıyor, onunla alay ediyorlar. -A. İlhan. |
2565 | boşa çıkmak | umut, düşünce vb. şeyler sonuç vermemek, gerçekleşmemek. Örn: Ümidim boşa çıkınca dizlerimin bağı çözülür. -H. R. Gürpınar. |
2566 | boşa gitmek | harcanan emek, para hiçbir işe yaramamak, olumlu bir sonuca ulaşamamak. Örn: Bir fikrin gerçekleştirilmesine yaramayan zaferler boşa gider. -Atatürk. |
2567 | boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz | içinden çıkılamayan güç bir durum karşısında kalındığında söylenen bir söz. |
2568 | boşa vermek | boş geçirmek. |
2569 | boşta gezmek | işsiz olmak. Örn: Huriye Hanım, kızının bu boşta gezer oğlana vardığı zaman ... -B. Felek. |
2570 | boşta kalmak | işsiz kalmak. |
2571 | boy almak (sürmek) | boyu uzamak, boylanmak. |
2572 | boy atmak | boyu uzamak, boylanmak, gelişmek. |
2573 | boy bos yerinde | uzun ve biçimli. Örn: Boyu bosu yerinde, yakışıklı adam. |
2574 | boy göstermek | 1) görünmek. Örn: Burada biraz boy gösterdikten sonra bir yolunu bulup kapağı Paris'e attı. -H. E. Adıvar. 2) gösteriş yapmak. |
2575 | boy vermek | 1) su insan boyunu aşacak kadar derin olmak 2) suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek 3) büyümek. Örn: Eğer fideleriniz nitelikli değilse boy verip yapraklandıkça, çiçek açtıkça, meyve verdikçe fideliğe kızmaya hakkınız yoktur. -S. Birsel. |
2576 | boya tutmak | bir şey iyi boyanır olmak. |
2577 | boya vurmak (çekmek, sürmek) | boyamak. Örn: Kimi kirpiklerine boya sürüyordu. -R. H. Karay. Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine. -M. A. Ersoy. |
2578 | boyası atmak | boyası solmak. |
2579 | boynu armut sapına dönmek | çok zayıflamak. |
2580 | boynu kıldan ince olmak | haksız olduğu anlaşıldığında verilecek her türlü cezaya razı olmak. Örn: Eğer efendim, bir kelime yalanım varsa hükûmete karşı boynum kıldan incedir. Vurunuz. -H. R. Gürpınar. |