2611 | boza olmak | hlk. utanmak, bozum olmak. |
2612 | bozdur bozdur harca | alay çok az olan şeyler için kullanılan bir söz. |
2613 | bozguna uğramak (vermek) | yenilip perişan olmak, dağılmak, hezimete uğramak. Örn: Durdu ve bir anda bütün mukavemeti bozguna uğradı. -P. Safa. |
2614 | bozuk çalmak | argo canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak. |
2615 | bozuk plak gibi | sürekli tekrarlanarak. |
2616 | bozum etmek | argo utandırmak, mahcup etmek. |
2617 | bozum olmak | argo utanmak, utanacak duruma düşmek, mahcup olmak. |
2618 | bozuntuya uğramak | şaşkınlığa kapılmak. |
2619 | bozuntuya vermemek | bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemiş gibi davranmak. Örn: Bozuntuya vermedim, yürüdüm, yanına gittim. -Ö. Seyfettin. |
2620 | böcek çıkarmak | ipek böceği yetiştirmek. |
2621 | böcek gibi | ufak tefek ve esmer (çocuk). |
2622 | bronz gibi | tunca benzeyen, tunç renginde olan. |
2623 | bucak bucak aramak | her yerde aramak. Örn: Sizi bucak bucak arayan ölüm, nihayet izinizi bulup karşınıza dikildi mi? -A. N. Asya. |
2624 | bucak bucak kaçmak | bir olay, bir durum veya bir kimseyle karşılaşmamaya çalışmak. Örn: Sen gerçek hayattan bucak bucak kaçıyorsun. -A. Kulin. |
2625 | bugün git, yarın gel | bir iş yapılmak istenmediğinde baştan savmak için kullanılan bir söz. |
2626 | bugünden tezi yok | hemen şimdi, derhâl. Örn: Bugünden tezi yok, şimdi buradan çıkıp oraya gidiyorum. -H. R. Gürpınar. |
2627 | bugünkü günde | şimdi, içinde bulunduğumuz zamanda, şimdiki şartlarda. Örn: Bugünkü günde İngilizcesiz olmuyor çok iş. -N. Uygur. |
2628 | buhar olmak | hlk. yok olmak, kaybolmak. Örn: Sanki buhar olup göğe çekilmişlerdi. -S. Ayverdi. |
2629 | buhran geçirmek | bunalım geçirmek. |
2630 | buhrana tutulmak | buhran geçirmek. |
2631 | bukağı vurmak | bukağı takmak. |
2632 | bukalemun gibi renkten renge girmek | sürekli düşünce değiştirmek. |
2633 | bula bula bunu (onu, bir şeyi, birini) bulmak | 1) var olanların en değersizini seçmek 2) kötü bir şeye rastlamak. |
2634 | bulantı vermek | 1) midesini bulandırmak 2) mec. bıkkınlık vermek. Örn: Gözlerime, kulaklarıma, beş duyuma birden tiksinti, bulantı veren bu manzaraların ortasında niye duruyordum? -A. Gündüz. |
2635 | bulaşık suyu gibi | kötü hazırlanmış, tadı tuzu olmayan (sulu yiyecek ve içecek). |
2636 | buldumcuk olmak | bir şeye sonradan ulaşınca şımarmak. |
2637 | bulunmaz Bursa (Hint) kumaşı | alay çok az bulunduğu ve çok değerli olduğu sanılan şey. Örn: Nuri'ye gelince bulunmaz bir Hint kumaşı sayılmazdı o da. -O. Rifat. |
2638 | bulup buluşturmak | çaba göstererek bir şeyler sağlamak. |
2639 | bulut gibi | çok sarhoş. |
2640 | bulut olmak | çok sarhoş olmak. Örn: Meyhaneli köylerin her birinde üçer beşer çekmiş, bulut olmuştur. -O. C. Kaygılı. |