721 | nefesli ünsüz | bk. soluklu ünsüz. |
722 | nesne | Cümlede öznenin, dolayısıyla fiili geçişli olan yüklemin etkilediği şahsı veya şeyi gösteren, yalın veya yükleme durumu eki almış kelime: Abdullah Efendi gecenin sükûneti içinde bu manzarayı doya doya seyretti (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 52). Çiy, garip bir aydınlık onları içinden aydınlatıyor, çok müşahhas ve zalim bir macera sahibi yapıyordu (A. H. Tanpınar, göst. e., s. 53). Kadının yüzündeki solgunluğu merak etmese idi bunları ona soracaktı (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 65). Beni başkalarının merhameti, inayeti, yahut keyif ve hevesi idare ediyordu (R. N. Güntekin, Acımak, s. 49). Sermed kendini yeniden dünyaya gelmiş sandı (S. Erol, Ülker Fırtınası, s. 70). Eve geldikleri vakit, teyzesi Müfid'e bir mektup uzattı (P. Safa, Şimşek, s. 178). Bir cürüm yaptığıma kani değilim. Hakarete uğradım ve cevabını verdim Siz de benim yerimde olsaydınız aynı şeyi yapardınız (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 153). Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Dünyayı unutmadık ne demek işte ben o gün orada anladım (K. Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 201). Oğlum bana hediye göndermiş sen bu konuda ne düşünüyorsun? Dün akşamki toplantıda gençler ilgi çekici sorular sordular vb. || Bir cümlenin nesnesini daha belirgin duruma getirmek, nitelendirmek veya pekiştirmek için nesneye, yine nesne durumunda olan açıklayıcı kelimeler eklenebilir: o kızı, o zengin kızı istiyorsun demek (H. Z. Uşaklıgil, Ferdi ve Şürekâsı, s. 107) Ben dedim, gölü görmeye gidiyorum, Karakurt gölünü (S. Faik, Bütün EserleriI: Semaver, Sarnıç: Hanımın Karısı, s. 180). İki ayaklıların dünyasını arıyor, kendi yaratacağı dünyayı (K. Tahir, Yol Ayrımı, s. 461) vb. Nesne türleri için bk. Açıklayıcı nesne, belirli nesne, belirsiz nesne. |
723 | nesne açıklayıcısı | bk. açıklayıcı nesne. |
724 | nicelik | 1. Kelimedeki seslerin veya hecelerin boğumlanma süresindeki uzunluk veya kısalık bir fonem veya fonem grubunun telaffuz süresi, adem "yokluk" / âdem "insan" alem "bayrak" / âlem "dünya", cihan "evren" TT. yok / Tkm. yBok vb. || 2. Kelimelerin belirttiği canlıları, nesneleri ve kavramları miktar yönünden değerlendirmeye dayanan gramer kategorisi. |
725 | nicelik zarfı | bk. azlık-çokluk zarfları. |
726 | nispet eki | Arapça ve Farsça adlardan, bağlandığı adla ilgili sıfatlar yapmaya yarayan ek (î): ilmî, tarihî, siyasî, ruhî, içtimaî, idarî, millî, mülkî vb. || Türkçe sözlerde, Fransızca kökenli +sAl eki anıtsal, biçimsel, duygusal, ruhsal, tarihsel, vb. |
727 | nispet zamiri | bk. bağlama zamiri. |
728 | nitelenen | bk. tamlanan. |
729 | niteleyen | bk. tamlayan. |
730 | nitelik sıfatı | Varlıkları durum, biçim, renk vb. bakımlardan niteleyen sıfat: Sonra Türk kumandanının daha toz konmamış olan yumuşak ve geniş koltuğuna yerleşti. (Ö. Seyfettin, Beyaz Lâle, s. 150). Uzun ve uzak gurbetlerde zannedildiğinden çok fazla kaybeder ilk kazançlarının değeri düşer (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: Türk Şiirinde Büyük Ürperme, s. 293). Çöl gecesinin soğuk karanlığı içinde dizi dizi ampul ışıklarına doğru yaklaşıyoruz (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: Dicle Üstünde Bağdat, s. 69). Bu seste insanı küçük hesaplardan, hırslardan
ve dertlerden utandıran bir şeyler vardı (T. Buğra, Dönemeçte, s. 5). Hasta evvela, muğlâk ve meçhul, gizli ve karışık düşüncelerin baskısı altında kısılmız zekâkısının hayreti bir şey anlatmak istiyor, fakat kendi de anlatamıyordu (P.Safa, Şimşek, s. 229). Burada büyük millet asîl ve mağdur çehresiyle bakıyor, ıslak gözleriyle yardım istiyor zannediyorum ve bu beni evvelkinden daha derin ürpermelerle sarsıyor, sarsıyor (R. N. Güntekin, Acımak, s. 48) vb. |
731 | nitelik zarfı | Fiilin meydana geliş biçimini, sıfat ve zarfların niteliklerini belirten zarf: güzel konuşma, yanlış anlamak, bilerek yapmak, ince uzun, tatlı sert, pek güzel gibi. Örnekler: Yüzüme hepiniz o kadar yumuşak, ılık ve uysal bakıyorsunuz, Türk olduğumu bilseniz, ne kadar şaşıracaksınız (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: Hazırladığım Nutuk, s. 55). Dursalar düşeceklermiş gibi, omuzlarındaki çamurlu tüfeklerin altında iki büklüm olmuş yorgun ve perişan, ağır ağır yürüyorlardı (Ö. Seyfettin, Beyaz Lâle, s. 148). Deliçay bütün kış boyunca bahçe duvarlarına kadar yükselir, boz bulanık uğultulu devrile devrile, akar, dallar, kütükler sürükler getirir, vâdinin vahşiliği bütün bütün artardı (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 193). Artık kelimeleri eze eze konuşuyor, konuşurken boynunu ileri uzatıyor, hafifçe kamburunu çıkarıyor (T. Buğra, göst. e., s. 44) vb. |
732 | niyet fiilleri | ol- yardımcı fiilinin -AcAk, -IcI, -AsI ve (I)msAr sıfat-fiilleri ile oluşturduğu karmaşık fiiller: al-acak ol-, gidici ol-, diyesi ol-, ver-im-ser ol- gibi. || Hayri Efendi ayakta bekledi, müsteşar kâğıdı okudu (
). Bir derkenar yazacak oldu, ancak ona da karar veremedi (M. Ş. Esendal, Ev Ona Yakıştı, s. 9). Eleştirilerinizde yapıcı olunuz dedik, yıpratıcı oldular. Bir gün Koca göbeklinin büyük kardeşi Göbekoğlu, Murtaza Ağanın, Datça'ya gidesi olmuş (H. Balıkçısı, Deniz Gurbetçileri, s. 59) vb. bk. karmaşık fiil. |
733 | noktalama | Yazıda okumayı kolaylaştırmak için birtakım işaretlerin kullanılması: Nokta (.), virgül (,), noktalı virgül (), iki nokta (:), ünlem işareti (!), soru işareti (?), üç nokta (
), düzeltme işareti (^), tırnak («»), ayraç gibi. |
734 | nominatif | bk. yalın durum |
735 | nöbetleşme | Seslerin birbirinin yerine geçmesi olayı: Anadolu ağızları nöbet ~ löbet < Ar. nevbet dönüm > dölüm, birāder > bilāder, rençper > leşber, öl-~el-, öldür-~eldür- (A. Caferoğlu, KD. Tr. 155-22, 242-10), kadar~kadan, gudan bu yol~bu yon (Z. Korkmaz, GBAA. S. 77, § 123, krş not 217) Çuv. -v-~-l-~Ø: avtan~altan~atan, horoz < avat- «ötmek» kavaßa~kalaßa «göbek» < köbäk -k-~-p-: çiklet-~çiplet- «cıvıldamak» m- > v- mal~val «ön taraf» > *öñül, makar~vakar «öküz» > *öküz (J. Benzing. Tschuw. Fundamenta I, s. 709) Alıntı kelimelerde, bir dilde bulunmayan bir sesi benzeri başka bir sese çevirme biçimindeki ses karşılanması olayı da bir tür nöbetleşmedir: Ar. Hıdr <Hıdır > TT. Hızır, Ar. hıdmet > TT. hizmet, Ar. Fadıl > TT. Fazıl Far. hoşnud > TT. hoşnut vb. |
736 | olumlu cümle | Yüklemi olumlu yargı bildiren cümle: İkisi de mânalı mânalı gülümsedi. Kumral şişmancası, azarlanmış bir çocuk küskünlüğü ile köpüklü denize baktı (Ö. Seyfettin, Harem: Bir Temiz Havlu Uğruna, s. 221). Zaman geçer ve insan harcadığı zamanda yalnız kalır (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 3). Tereddüdünün sıkıntısı ve merakı birdenbire o kadar arttı ki, içinden geçen bir cesaret hamlesiyle gayri ihtiyarî bir basamak daha çıktı ve elini uzattı (P. Safa, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, s. 26). Bu Tahsin Efendi, ne garip bir adamdı. Gülüyor, kızıp köpürüyor, alay ediyor, rakıdan şişmiş kocaman yüzü şekilden şekile giriyordu (R. N. Güntekin, Acımak, s. 58). Bir akşamüstü asmalardan birinin gölgesinde oturuyordum (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 12). Büyükanne bir sevinç sarhoşluğu içinde eğildi, paşasının elini öptü (H. N. Zorlutuna, Büyükanne, s. 119) vb. |
737 | olumlu fiil | Olumlu hareketi karşılayan, olma ve yapma ifade eden -mA olumsuzluk eki almamış fiil kök veya gövdesi: al-, otur-, yaz-, bitir-, çalış-, dile- vb. Karşıtı olumsuz fiil'dir. |
738 | olumluluk | Doğrudan doğruya fiilin karşıladığı oluş ve kılışı gösteren, fiil kök veya gövdesinin -mA- olumsuzluk tabanı eki almamış durumdaki dilbilgisi kategorisi: oku-, yaz-, gel-, çalış-, vb. karşıtı olumsuzluk'tur. |
739 | olumsuz cümle | Yüklemi olumsuz yargı bildiren cümle. Fiil cümlesinin olumsuzu -mA- olumsuzluk ekiyle, ad cümlesinin olumsuzu değil kelimesiyle kurulur: Kamaranın alt salonunda yemekten sonra, bizden başka kimse kalmamıştı (Ö. Seyfettin, Bomba, s. 212). Şaka etmiyorum, yavrum, bu adlar Türkçe değil (Ö. Seyfettin, Bomba: Primo Türk çocuğu I, s. 42). Bir daha Vezirhanındaki bu zavallı bekâr odasının önünden bile geçmeyeceğim (R. N. Güntekin, Acımak, s. 45). Babası o koca izinden sonra hiç gelmedi (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 31). Bizim gibi yaşamadıkça, rakipliğinizin haklılığını kabul edemem (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: İngiliz İmparatorluğu, s. 48). Pervin ondan gözlerini ayırmıyordu (P. Safa, Şimşek, s. 197). Burada ferdiyetle şahsiyeti birbirine arıştıranların ezelî hatasına düşmeyelim (P. Safa, Mazmazel Noraliya'nın Koltuğu, s. 193). Hiç bir ses bu kadar sıcak, bu kadar derin olamazdı (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 200). Yedi senedir bu sokaktan gayri İstanbul şehrinde bir yere gitmedim (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri, s. 142). Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım (M. Âkif Ersoy, Safahat. I, kitap, s. 3). |
740 | olumsuz fiil | Fiil kök veya gövdelerine olumsuzluk kavramı veren -mA- ekinin getirilmesiyle kurulan fiil: alma-, oturma-, yazma-, bitirme-, çalışma-, dileme- vb. krş. olumlu fiil. |
741 | olumsuzluk | Cümlede yüklemin bildirdiği oluş ve kılışın olumsuz olarak gerçekleştiğini gösteren dilbilgisi kategorisi. Türkçede fiile olumsuzluk kavramı -mA- ekiyle, ad cümlelerinde değil kelimesinin eklenmesiyle verilir: Gözlerini pencereden ve kulaklarını kapıdan ayırmıyordu (P. Safa, Mahşer, s. 267). Hiç bir zaman etrafındaki terkibin bir parçası olduğumu o günler kadar duymamıştım (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 80). Benim gördüğüm ev bu sokakta değil. Sen iyi bir okuyucu değildin vb. |
742 | olumsuzluk edatı | Ad cümlelerinin olumsuz çekimini sağlayan veya cümlede art arda kullanılan iki veya daha çok özneyi, tümleci ve yüklemi aralarından bazılarına olumsuzluk kavramı vererek birbirine bağlayan kelime, değil kelimesi: Bu eve düşen şaşkınlar arasında kim duaya muhtaç, kim irade aczi içinde değildi? İtikat zayıflığı da yalnız Ferid'in değil, dünyanın hali (P. Safa, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, s. 71). Hayatta uğradığımız bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil midir? (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 350) vb. |
743 | olumsuzluk eki | Fiil kök veya gövdelerine olumsuzluk kavramı veren ek, -mA- eki: yazma-mak (< yaz-ma-mak), yazmama (< yaz-ma-ma), yazmayış (< Yaz-ma-yış) yazmayan (< yaz-ma-yan), yazmayınca (< yaz-ma-y-ınca), yazmadı (< Yaz-ma-dı), yazmıyor (yaz-mı-yor), yazmamış (< yaz-ma-mış), yazmayacak (< yaz-ma-ya-cak), yazmamalı (< yaz-ma-malı), yazmasa (< yaz-ma-sa), yazma (< yaz-ma) vb. |
744 | oluş fiili | Cümlede yüklemin gösterdiği işin olma niteliği taşıdığını, yapana yöneldiğini belirten fiil: bulun-, gel-, doy-, piş-, büyü-, toplan- vb. karşıtı kılış fiili'dir. |
745 | orta hece | Hece sayısı ikiden fazla olan kelimede ortada bulunan hece: u-ğul-tu, ça-lış-mak, a-tı-lım, ka-ran-lık, a-la-ca, ça-ğı-rı vb. |
746 | orta hece düşmesi | Son hecelerinde dar ünlü bulunan Türkçe kelimelerin bir gurubu ad çekimi ve iyelik ekleri aldıklarında, iç heceye geçen son hecedeki dar ünlülerin, eklerle genişletilmiş bazı kelimelerde de, Türkçenin ses tarihi içinde geçirdiği çeşitli gelişmeler sonunda vurgunun kendinden sonraki heceye kayması yüzünden, içseste kalan veya bağlantı görevi yapan ünlülerin düşmesi olayı: ağız > ağzı, ağza, ağzın alın > alnı, alna, alnın bağır > bağrı, bağra, bağrın boyun > boynu, boyna boynun oğul > oğlu, oğla, oğlun kayın > kaynı, kaynın dirilik > dirlik, ilerilemek > ilerlemek, karışı > karşı, kokulamak > koklamak, kavuşak > kavşak, süpürüntü > süprüntü, yalınız > yalnız, yanılış > yanlış vb. |
747 | ortada ünlü düşmesi | bk. orta hece düşmesi. |
748 | ortada ünlü türemesi | bk. iç seste ünlü türemesi. |
749 | ortada ünsüz türemesi | bk. iç seste ünsüz türemesi. |
750 | ortak dil | Bir ülkede konuşulan lehçe ve ağızlar içinde yaygınlaşarak hâkim duruma geçen, ortak yazı ve edebiyat dili olarak kullanılan dil. Türkiye Türkçesinin ortak dili İstanbul ağzı üzerine kurulmuştur. |