811 | soyutlama | (Lat. abstractio |
812 | söylence | (Yun. mythos = söz, söylenen ve duyulan söz masal, öykü) : 1. Tanrılar, kahramanlar, önceki çağların olayları üzerine anlatılanlar, masallar, öyküler. 2. Bir toplumda öykü biçiminde canlı olarak yaşayan eski gelenek ve görenekler bağlamı, insanlığın en eski yaşantı ve düşüncelerinde dile gelmiş olan öyküler. 3. İmgelem ürünü olarak estetik incelemenin konusu olan öyküler. 4. Ulusların en eski yaşantılarının simgesel olarak dile gelişi (Bachofen). |
813 | söylencebilim | Söylenceler bilimi: 1. Bir halkın söylencelerini, tanrılar üzerindeki öykülerini bütünlüğü içinde toplama. 2. Söylenceler üzerinde bilimsel araştırma. |
814 | sözleşme | İki ya da daha çok kişinin bir şeyi yapmak ya da yapmamak üzere aralarında anlaşmalarını dile getiren bağlayıcı uzlaşma . Toplum Sözleşmesi (Contrat Social): J. J. Rousseau'nun temel kavramı. İnsanların bir toplum kurmak, özgürlüğü ve eşitliği herkese sağlamak için, özgürlüğü genel istence aktarmak üzere kendi istekleriyle uzlaşmaları. |
815 | spinozacılık | Spinoza'nın felsefe öğretisi ve düşünce biçimi : a. Bütün bireyleri tek bir tözün görünüşleri (modusları) olarak gören tek töz öğretisi, b. Bütün olup bitenlerin tek bir tözden türemesi zorunluluğu üzerine öğreti, c. Tanrı ile doğayı özdeşleştiren -> tümtanrıcılık. |
816 | spiritualizm | bk. tinselcilik |
817 | stoacılık | Usun egemenliğini, doğaya uygun yaşamayı, ruhun -> sarsılmazlığını -> duyumsamazlığı ve dünya yurttaşlığı ülküsünü erek olarak koyan, Kıbrıslı Zenon'un (İ.Ö. 4. yüzyıl) kurduğu felsefe okulu. // Zenon, okulunu Atina'da stoa Poikile'de (= resimlerle süslü, direkli bir galeri) açtığından (stoa,Yunancada direkli galeri demektir),okul bu adı almıştır. |
818 | strüktüralizm | bk. yapısalcılık |
819 | süje | bk. özne |
820 | süre | 1. Kendi bütünü içinde alınmış, sınırlı bir zaman parçası akıp giden zaman içinde belli bir bölüm. 2. Yukarıdaki anlama karşıt anlamda Bergson'un kullandığı terim: Uzaydaki nesnelerin birbiri ardına süreksiz sıralanışına ve aynı zamanda şimdi noktalarının nesnel bir dizilişi olarak kabul edilen zaman şemasına (bilimin uzay ve durum noktaları ile açıkladığı zaman kavramına) karşıt olarak, geçmiş, şimdi ve geleceğin içinde yittiği, doğrudan doğruya yaşanmış olan sürekli akış. |
821 | süreç | 1. Belli bir sonuca ulaşan düşünce akışı. 2. Olayların ya da işlemlerin belli bir sonuca doğru gidişi. |
822 | sürekli | Kendi içinde kesintisiz olarak sürüp giden (uzay, zaman). |
823 | süreklilik | 1. (Genel anlamda) Kesintisiz olarak sürüp gitme. Sürekli olma. 2. (Felsefede) Ayrı öğelerden kurulu olmayan bir gerçeklik kurma. Özellikle uzay için kullanılır. Süreklilik yasası Leibniz'de felsefenin temel ilkesi olmuştur: Her yerde sürekli bir gidiş vardır, doğada hiç bir sıçrama yoktur, her şey bir bütün içinde örülmüştür. |
824 | şey | (Günlük dilde) Herhangi bir düşünce konusunu göstermeğe yarayan belirsiz terim. (Felsefede) 1. Düşünen bilincin konusu olabilen, gerçekte var olmayıp da yalnızca düşünülmüş olan her şey. Bu anlamda: düşünce nesnesi = ens rationis. 2. Kişiye karşıt olarak: Bilinçten yoksun varlık. 3. Gerçek olan, bilincin dışında, kendi başına var olan tek nesne (ens reale). Böyle bir var olan, tek nesne olarak niteliklerin taşıyıcısı töz diye de anlaşılır. 4. Duyularla kavranabilen cisimsel nesne. |
825 | tabu | (Polinezya dilinden): Dokunulmaz olan, kendi içinde belli bir güç (mana) taşıyan her bakımdan dokunulması yasaklanmış olan. Tabu olarak gözönünde tutulan nesne ya da kişi ya bu güçle doludur, o zaman kutsaldır ya da bu gücün boyunduruğu altındadır, o zaman da temiz değildir ve tehlikelidir. |
826 | tabula rasa | [Lat.= Boş, üzerine hiç bir şey yazılmamış kâğıt]: Deneyci ve duyumcu öğretilerin, her türlü deneyden önce ruhun durumunu göstermek için kullandığı kavram. // Bu öğretiler, bilen öznede doğuştan kavramlar ve önsel bilgiler olmadığını, her bilginin yalnızca dıştan gelen duyu izlenimlerinden oluştuğunu savunur. |
827 | takımerki | (Yun. oligarkhia |
828 | tamalgı | 1. Bir tasarım ya da algı içeriğinin bilinçli olarak kavranması. Bilinçli algı 2. (Leibniz'de) Bilinçsiz ve bilinçaltı tasarım olan yalın algıdan ayrı olarak bir tasarımın bilince çıkarılması. |
829 | tanım | Bir kavramın ya da bir nesnenin sınırlanması, belirlenmesi kavramın içeriğini kuran belirtilerin gösterilmesi bir kavramın ya da bir sözcüğün anlamının belirtilmesi. Tanım türlerinden en önemlileri şunlardır: 1. Sözcük tanımı (verbal tanım): a. Sözcüğün anlamını dildeki anlamına geri giderek belirtme. (Ör. demokrasi: halk egemenliği.) b. Bir sözcüğün anlamını bilinen başka bir sözcükle belirtme. (Ör. müselles: üçgen) 2. Ad tanımı (nominal tanım): Yanlış anlaşılmalara yol açmamak için tanımlanacak olanı belli bir sözcüğe ya da sözcüklere bağlanarak saptama. (Uzlaşımsaldır, yasalar yazılırken ve felsefede gereklidir.) Kavram tanımı (Aristoteles'te): Bir kavramın daha yüksek yakın cinsi (genus proximum) ile onu bu cinsten ayırt eden tür ayrımını (differentia specifica) belirtme. 4-Nesne tanımı (real tanım): (nesnenin açıklanması) Aristoteles'in kavram tanımı ile örtüşür. Bir nesneyi yalnız başkalarından ayırmakla kalmayıp, anlamın iç ve özlü ayrımlarını ortaya çıkarmayı amaçlar. Nesne tanımı, kısa olmalı, gereksiz belirlenimlerden kaçınmalı tam olmalı, zorunlu olan bütün belirtileri vermelidir. |
830 | tanıt | (Lat. probare = sınamak, göstermek, tanıtlamak) : 1. Öne sürülen bir şeyin doğruluğunu göstermede izlenen düşüncel süreç. 2. Tanıtlamada öne sürülen şey tanıtlamanın dayandığı temel. Tanıtlamak: Usavurma yoluyla ya da tanık göstererek bir şeyin doğruluğunu ortaya koymak. |
831 | tanıtlama | 1. Öne sürülen bir savın doğruluğunu mantıksal yöntemle gösterme sonucun doğruluğunu göstermek için, doğru olarak bilinen ya da doğru sayılan öncüllere dayanarak yapılan çıkarım (kavramsal tanıtlama). 2. Görülebilir bir biçimde verilmiş olan bir nesnenin ya da bir olayın görüye dayanarak (deney yoluyla) ortaya konması (görüsel tanıtlama). |
832 | tanrı | Dinsel inançta: Doğüstü ve olağanüstü nitelikleri, güçleri olan yetkin bir öz olarak en yüksek varlık. Tanrı konusunda üç temel anlayış vardır: 1. Tanrılar ya da tanrısal güçler çokluğu kabul edilir: çoktanrıcılık = politeizm. 2. Bir tek Tanrısal olan vardır, bu da evren ile aynı şeydir: tümtanrıcılık = panteizm (her şey Tanrı) Tanrısal olan evrenden daha fazla bir şeydir, evreni kuşatır: Pananteizm = herşey Tanrı'da. 3. Tektanrıcılık = Monoteizm. Yaratıcı Tanrı. Evrenin nedeni, başlatıcısı olarak Tanrı. Tanrı yalnızca evrenin nedeni, başlatıcısı olarak anlaşılıp da, her zaman etkileyen bir Tanrı söz konusu değilse, buna yaratancılık (deizm) denir. Bütün bu anlayışların karşısında: Tanrıtanımazlık= ateizm vardır. Felsefedeki ve Tanrıbilimdeki Tanrı anlayışları arasındaki temel ayrılıklar Tanrı'ya giden yolun nerede olduğu ya da nerede aranması gerektiği sorusundan doğar. (Her zaman kesin ayrılıklar görülmeyebilir de.) a. Tanrı'ya giden yol spekülatif düşünme aracılığı ile dünya üzerinden geçebilir Tanrı ilk neden, son erek, en yüksek, en yetkin varlık, öncesiz-sonrasız anlam temeli, koşulsuz ve saltık olan diye anlaşılır, b. Eleştirel düşüncenin yardımıyla bakılacak olursa: Tanrı sınır olandır, idealist açıdan ide'dir, gerçekçi açıdan ise bütünüyle başka olandır, bundan dolayı -> aşkın olandır, c. Tanrı, gizemsel yaşantıda, ruhun arınmış içtenliğinde bulunur. Bu yaşantıda ruh ve Tanrı karşıtlığı aşılarak ortadan kaldırılır, d. Tanrı'ya götüren bir yol da somut açınlamadır (vahiy). Burada Tanrı, evrensel ya da tarihsel ve kişisel bir biçimde (ya da aynı zamanda her iki biçimde) yaratıcı, temellendirilemez bir her şeye gücü yeten olarak, ama aynı zamanda insanın karşısında koşulsuz bir "Sen" olarak bulunmaktadır. Açınlama dinleri: Hıristiyanlık (burada Tanrı, İsa'nın kişiliğinde insan biçiminde görünür), Müslümanlık (Tanrı, elçisi olan Muhammet'e Kur'an'ı indirmiştir.) Tanrı kanıtları: Felsefede en önemlileri: 1. Varlıkbilimsel (ontolojik) kanıt: Bu kanıtta Tanrı kavramından Tanrı'nın varlığı çıkarılır: Tanrı, kavramı gereği en yetkin varlıktır var olmasaydı, en yetkin varlık olmaktan çıkacaktı, çünkü varlık yüklemi olmayacaktı öyleyse, Tanrı'nın en yetkin varlık olarak, varlığının da olması gerekir. 2. Evrenbilimsel (kosmolojik) kanıt: Bunun çeşitli düzenlemelerine rastlanır. Bu kanıt, dünyanın deviniminden bir ilk kımıldatıcı, nedenler zincirinden bir ilk neden, dünyadaki şeylerin değişkenliği, koşulluluğu ve rastlantısallığından dünyanın ilk nedeni olan, değişmez, koşulsuz, zorunlu bir varlığın bulunduğu sonucunu çıkarır. 3. Ereksel (teleolojik) kanıt: Burada dünyadaki ereklilik ve düzenden, bu erek ve düzenleri koyan bir us varlığı olduğu sonucu çıkarılır. 4. Ahlaksal kanıt: İçimizdeki ahlak yasasının varlığı olgusundan ve dünyadaki ahlak düzeninden, bunların nedeni olan yüksek bir istencin varlığı çıkarılır. |
833 | tanrıbilim | 1. (Genellikle) Tanrı ve Tanrılar üzerine, Tanrısal olan üzerine öğretiler. 2. (Dar anlamda) Tanrısal açınlamaya dayanan Tanrı öğretisi. |
834 | tanrıcılık | Bir Tanrıya inanma. |
835 | tanrıtanımazlık | Tanrı'nın varoluşunu yadsıyan öğreti. // Bu öğretiye felsefe açısından şu anlayışlar temel olabilir: a. Gerçeğin özü özdekse, evrende Tanrı'nın yeri yoktur (özdekçilik), b- Tanrı olursa insanın özgürlüğü ortadan kalkar (idealizm), c- Yalın kuşkuculuk. |
836 | tapıncakçılık | 1. Kendilerinde doğaüstü güçlerin bulunduğuna inanılan nesnelere tapma. 2. (Cinsel alanda) Sevilen insanın kendisi yerine onun giysilerini v.b. taparcasına sevme. |
837 | tarih | (Yun. historia |
838 | tarih bilinci | 1. (Genel olarak) İnsan düşüncesinin kendi tarihine olan ilişkisinin dile gelişi olarak tarih bilgisi. Bir geçmişimiz olduğunu, bir geçmişten geldiğimizi bilme bu, tarih bilimlerinde daha açık olarak ortaya çıkar. 2. (Dar anlamda) Tarihin geçmiş bir dünya olarak nesnel bilgisi. Tarih bilincini -> tarihsel bilinçten ayırmak gerekir, bk. tarihsel bilinç |
839 | tarih felsefesi | Konusu tarih ve tarihsel bilgi olan bir felsefe dalı. // Deyim olarak ilkin Voltaire kullanmıştır. (La philosophie de l'histoire, 1756) ama gerçekte tarih felsefesi tarihsel olayların nedenlerini araştırma olarak Antik felsefeye değin geri gider. Augustinus ve G.B. Vico'nun tek tek tarih felsefesi denemelerinden sonra Herder'den Hegel'e değin uzanan Alman düşüncesi yoluyla tam bir felsefe dalı olmuştur. Bundan sonra toplumbilim (Comte, Marksçılık, Spencer), kültür eleştirisi (Nietzsche, Troeltsch, Max ve Alfred Weber, Spengler) ve bilim kuramı (Windelband, Rickert, Simmel, Spranger) ile kaynaşmıştır. Günümüzde hem bağımsız bir araştırma alanı olarak (N. Hartmann, Heimsoeth, Rothacker), hem de insanın kendisini bütün olarak yeniden anlamasının dile getirilişi olarak yeniden canlanmıştır. (York von Wartenburg, Dilthey, Heidegger, Jaspers ve Ortega y Gasset.) Tarih felsefesi şu biçimlerde karşımıza çıkar: 1. Tarih fizikötesi tarihin tüm akışının ve anlamının yorumlanması. (Buna içeriksel tarih felsefesi de denir.) 2. Kendine özgü bir varlık alanı olarak tarih varlıkbilimi tarihin özünün ve gidişinin, yapısının, ana biçimlerinin ve tarihsel gerçekliğin kuruluş yasalarının araştırılması. 3. Yaşamın tarih açısından yorumlanması insanın kendi tarihsel varlığının bilincine varması ve kendini anlamasının aydınlığa çıkarılması. 4. Tarihsel bilgi öğretisi, tarih biliminin bilim kuramı ve mantığı. (Buna biçimsel tarih felsefesi de denir.) |
840 | tarihsel bilinç | İnsanın kendisinin tarihsel bir varlık olduğunu bilmesi kendi üzerinde bugün de etkisi ve baskısı olan tarihselliğinin bilincinde olması. |